26 Mayıs 2015 Salı

Bağ

Gözlerindeki nemle bakardı annesi ona, oldum olası göz yaşları hep hazırda beklerdi. Erdemin ilk gördüğü gözler buğuluydu hep. Şimdi de değişen pek bir şey olmamıştı. Lakin anlıyordu artık, sıra ona gelmişti. Onun hikayesi oynanacaktı. Kimseyi diyordu, kimseyi dahil etmemeliyim kendi karanlığıma. Hiç kimsenin gözleri dolmamalı benim hikayemin içinde. Ya gerçekten kopmalıyım bu karanlığın takibinden, yalandan da olsa durmadan gülmeli ve güldürmeli ya da kaybolmalıyım. Tek başınalığıma kimseyi ortak etmemeliyim. Henüz bir tercih yapmak için çok erkendi. Kendini alamazdı Cananın tutkusundan daha. Karanlıkla hesabını bir süre daha ertelemeye karar verdi. Umarsız uykuların kucağına bıraktı kendini. Bir Melekle bir Canan tutmaktaydı nöbetini. İçindeki kaçak kuyusunu rüyalarına saklama zamanındaydı.
Melek oğluna usul usul doğumundan, çocukluğundan sonra babasından söz ediyordu. Erdem ise öğle üstleri onun anlattıklarını not ediyordu defterine. Birikiyordu yavaşça, farkında olmadan Hikmet doluyordu içine. İşine geri dönmüştü artık. Bürosunda akşamların Hikmetli yankısı kulağında, davaların küçük ayrıntılarıyla uğraşır olmuştu. Kavgaların düğümünü çözerken ne kadarda çok sokuluyordu bilinmezlğin karanlık sureti yamacına. Bu halin adının Hikmet olduğunu ise annesinin yalnız ikliminden soluyordu durmadan. Hikmet büyütüyordu oğlunu artık. Hakikatin adil iklimine yaklaşıyordu Erdem usul usul.. Zaman en iyi bağ olmuştu ikisi arasında.Melek ise bu bağı dokuyan en iyi ulak. Zamanları bağlayan en usta bağcı.

   

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Perde

    Sabahları beraber kahvaltı yaptık annemle. Özlemişim onun çayının dumanını. Bazı günlerde simit aldım kahvaltı için. İlk zamanlar hiç konuşmuyordu. Kahvaltıdan sonra bulaşıkları yıkayıp kahve yapıyordu. Karşılıklı susarak içiyorduk. Bir zaman böyle devam ettik. Bir gün benim için her hangi bir gün olan bir günde, “nasılsın oğlum”, dedi, bana. Yılların özlemiyle doluydu bakışları. Hep yalnızım, anne, diyebilmeyi isterdim ama iyiyim, dedim. Sen nasılsın?
-seni çok özlediğimi anladı, usulca her zamanki gibi ama bu sefer sonsuza dek ayrıldı aramızdan. Sana kavuştuğum için, iyiyim oğlum, tıpkı doğduğun gün gibi ve yine yarım yok yani hep buruk.
-iyi bir yanın da var bir köşende. Yapayalnız değilsin anne.
-biliyorum oğlum, bilmezmiyim hiç, Hikmetin işleridir bunlar hep
     Doğuştan yorgun bir adamdı babam, biliyorum seni, kendimden biliyorum. İlk soluğumdan beri acıyordu boğazım. Anamın ve benim başbaşalığımızdan beri bilmekteyim bunu. Acı bir doğumdu benimkisi en az anamın çığlığı kadar ve sonra senin Hikmet efendi kendi kulaklarında yankılanan boşluğun kadar acı bir tat, dünya ve benim yani soluğum arasındaki ilişki. Sonra dün, ölümün ve mezarının yankısı…doğduğum an kadar tanıdıktı hepsi inan. Buna şüphen olmayacaktır lakin inan diyorum lütfen inan. Bil ki yoksun artık sen, öldün artık inan…ben yeni bir nefestim senin sıcağından doğan ve seni bilmekti işim zaten. Sen öldüğün gün doğacaktın benim için. Bir oğul mirasın ve şanına yaraşır bir kaçak öyküsü yazmaya yazgılı bir adam... 

  Soğuk bir gecede doğmuştu Erdem. Buz dökülüyordu sanki gökyüzünden. Çok küçük doğmuştu. Çocukcukluğu boyunca zayıftı ve hiç bitmeyen hastalıkları arasında Melek’in sıcak soluğu sarmıştı onu. Babası karanlık bir perdenin ardında, görünmez zaten Erdem de merak etmiyordu onu. Gürültücü bir çocuk olmamıştı hiçbir zaman sakince kağıt ve kalemlerle oynar dururdu. Karanlığın içinde kalanın resimlerini çizerdi durmadan. Çizdiği tüm resimlerin en sonunda kara kalemiyle tüm kağıda bir perde çekerdi. Hafif çizilmiş gri perdenin ardında kalırdı tüm ayrıntılar. Sonra küçük şiirler yazmaya başladı, büyüdü, büyürken hep şiirler yazardı. Karanlığın hikayelerini yazdı ilk gençliğinde, daha sonra hepsini bıraktı. Evini ve annesini terk etti. Hiçbir şeyi görmedi gözü. Hastalıklı bir aşkla Canan'a bağlandı. Bir tek Erdem, evdeki karanlığa inat bir yaşam kurmuştu kendine. Ya şimdi o karanlığın ölümünden sonra ne yapacağını bilemiyordu. Onun için aslında karanlık ölmüştü. Çiğ bir aydınlanma yaşanacaktı artık. Ne yapacaktı bu durumda hiçbir fikri yoktu. 

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Oğul Erdem: Kaçak bir kaçığın cenaze işleri

Sana değil Hikmet efendi yokluğunda solan anneme üzülüyorum. O gün geç kalkacaktım. Bir Pazar keyfi yapacaktık Cananla beraber. Telefon çaldı. Bırak dedi, Canan, bozma keyfimizi. Belki önemlidir dedim, annem ağlıyordu. Anladım. Ölmüştün. Geliyorum anne dedim. Eve koştum hemen, boynuma sarıldı, boğuluyordu sanki. Avuttum onu sonra oturduk, canı çekiliyordu. Yapayalnızdı. Bir ölüyle baş başa. Hiç kimse yoktu çağıracağı, komşusu, akrabası veya bir arkadaşı. Hepsi sendin onun için ve  o tüm insanlarının yasını bir başına tutuyordu. “Hayat devam ediyor anne!”, demek çok zordu ona. Sustum. Derin derin kokladı beni. Senden bir iz arıyordu, Hikmet efendi, bu belliydi. Saatlerce devam etti bu arayış salınımı. Gitti geldi, sen içerde, upuzun beyaz örtüler başından çekili; o ise burnunda Hikmet kokusuyla omzumda. Sonra bir ara Cananı aradım, gel dedim. Geldi. Annemin yanına bıraktım onu. Gidip cenaze işlerini hallettim. Camiye gittim, hoca salanı verecekti ikindi namazını müteakip defin edecektik seni. Kahvehaneye uğradım, tanıyanlardan bir kaçı hemen takıldı peşime. Efendi adamdı dediler. Sırasını karıştırıyorum ama bir ara doktor geldi eve ölüm tutanağını tuttu. Bu Canan geldikten sonraydı ama bak bundan eminim. Annemi sokmadık artık odaya çünkü. Bir veda etsin hiç olmazsa dedi doktor. İsterseniz bir iğne yapayım, diye söyledi sonra. Yok dedik yok bu acıyı yaşamadan hayata yeniden geri dönemez o. Bırakın dedi o zaman doktor. Bırakın ölü, yıkanmadan önce son vedasını etsin. Ben de doktorla çıktım zaten. Annem tam olarak ne yaptı bilmiyorum. Mezar yeri falan satın aldım senin için. Sonrası hep bilindiği gibi işte. Benim hep bildiğim ama annemin ilk defa tanıştığı boşlukla baş başa, Melek, ben ve Canan kalakaldık. Hepsi bu işte Hikmet efendi. Hepsi bu!  
Bir süre annemle beraber yaşadık. Birinci derece yakınım olduğun için 15 gün tatil verdiler bana. Canan hemen döndü işine. Akşamları son üçlü kadromuz tamamlanıyordu. Canan sabahları hepimizden önce kalkıp, gitmek  zorunda olduğu için bir tek akşamları tam oluyorduk. Sonrasında yani gün boyu, bir Melek ve ben sonra bir hayal olarak sen vardın Hikmet efendi. Annemin gözündeki yaştın artık sen. Öncesinde neydin onu da tam bilemiyorum ama. Son durumda böyleydi, işte.

22 Mayıs 2015 Cuma

MELEK

Hikmetin ardında bir yas. Nuru sönmüş bir Melek, solmakta tasasından. Lakin onun karanlığında bir hayal dolaşmakta hala. Tek başınalığın esaretinde görülen düşler değmezmiş gerçeğin sığ koylarına.
Uyumuştuk o sabaha doğru. Ben uyandığımda o hala uyuyordu. Yorulmuştu, bütün gece konuşmaktan ve bunca yıl için için dolmaktan. Sanki bir an önce boşaltmak istiyordu içini. Hiçbir zaman durduramamıştım zaten onu. Son anında da tutamadım. Neyse sonra da hiç uyanmadı artık. Bardaktan boşanırcasına dökmüştü kendini. Son damlasıymış demek. Rahat içimde uyudu. Yüzünde bir yarım gülümseme, gözlerinden biri açık, oğlu varınca yanına birkaç damla yaş süzüldü açık gözünden sonra o da  kapandı. Hep birlikte sessizliğe gömüldük.

                                                 Söylenecek tüm sözleri söyleyip gitti. 

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Hikmet ve Melek Çağları

Baş başa kaldığımız zamanlarda yazılıyordu tarihimiz. Yorgun ve titrek elleriyle zaman açıyordu hayatımızın ucunu. Biz törpülenmiş yanlarımızdan bileniyorduk yine. Açılıyordu bir kırmızıya çalan gecesefası daha. Eyvallah edasında nazlanıyorduk, ömrümüzün bu baharına da. Senle ben Melek hep bahardık. Üşüyor musun hayatım? Yok gözümün bebeği yok, derdin, senin yanında üşür müyüm hiç ben. Ah be gözlerim, siz mi tutuşturdunuz bu alevi. Bu yüzden mi sönmüyor hiç. Meğerse ne büyük kötülük etmişsiniz sevdiğime. Hikmetinden sual olunmaz Melek, beraber ölelim olmaz mı? Aynı anda yumalım gözlerimizi ve aynı anda açılsın sonsuzluğun kapıları önümüzde. Ben seni bu soğuk iklimlerde bir başına bırakamam, nazlım. Gözüm arkada kalır. Sen benden önce davranır isen, hiç şüphe etme hemen ardından yetişirim sana. Kızma yine Melek, durup dururken niye ölümden söz açtın yine, diye. Vaktimiz geliyor artık. Belli bu her halimizden. Avutuyorum kendimi işte. Dünyanın sahte suretlerinden olmadık diye, ölüm yakamıza yapışmayacak değil ya. Hazırlıyorum kendimi, şaşırmayalım.
Yıllarım dillendi, canım, yaşlandım artık istediğim kadar geveze olabilirim. Çay içelim şarap yerine. Yoksul akşamımız sürsün bir taşım daha. Sabahlara kadar konuşalım durmadan. Yangınımız sönsün. Yüreklerimizin kabaran yaraları kanasın. Aslında şarap içsek kızılından daha iyiydi ama onu da bir yarına bırakalım. Uykun gelirse, sen uyu Melek, ben konuşurum sana. Kulağında durmadan dönen şarkın olurum. Sen keyfine bak Melek beni elleme bu gece. Sus deme. İçimizi dökelim ortalığa, kimsenin toplamaya kalkacağını da sanmam zaten.
Ne dersin Melek? Bazen diyorum ki biz ölü doğan çocuklarmıydık, kim bilir. Belki de hep bu yüzden bir ölü yaşam sürmüşüzdür. Annelerimiz ağlamasın diye yaşıyor taklidi yapmışızdır. Yakışmıyoruz ikimizde bu dünyaya Melek, biliyor musun. Yakışmıyoruz. Senin o naif bakışlarının yaldızlı yalnızlığından ben sorumlu değilim, Melek. Suskun ve yorgun bir efkar akşamında ölümden söz edilir mi diyeceksen eğer dönüp bakıyorum yaşama dair hiçbir iz bulamıyorum Melek. Belki sade bir ıslık sesi çalınıyor kulağıma, hep aynı nağmeyi üfleyen hepsi bu. Yaşamak bu kadar olmamalı diye düşünüyorum sonra. Hep çocuk kaldık, annemiz üzülmesin diye. Onun titrek gülümsemesinde bir yer aradık kendimize durmadan. Senle ben Melek ne zaman yelkenlerimizi birbirimize doğru açtık asıl o zaman doğduk belkide. Umarsız dinleyişinden biliyorum bunu.

17 Mayıs 2015 Pazar

Hikmet ve Melek-6

 Bir gün son olacak. Bak melek bundan eminim işte. Biz aslında sonumuza doğru durmadan adım atan adamlarız. Tamam diyeceksin, bundan daha doğal ne var Hikmet, ne var biliyor musun, bu durumu bilmek var. Her sabah sona doğru uyanıyoruz ve devamında eylediklerimizin hepsi sona doğru. Ne ümitsizce bir yolculuk bu böyle. Uyanmasak halbuki hep yatsak seninle aynı yatakta ne hoş olurdu. O da bir son değil mi? Hiç uyanmamak ölmek değimli? Bazen bundan şüphe duyuyorum Melek, binlerce insan görüyorum ayakta uyuyan hatta hiç uyanmayan. Meğer onlarda yaşıyorlarmış, öyle diyorlar kendi aralarında. Öyleyse ölmek ne demek, Melek. Sen susarsın yine mağrur bakışlarını yere döküp. Aslında bilirim, biz yaşadık mı? Hikmet, demek istediğini. Ama sen kıyamazsın bana. Sitem edemezsin daha henüz dökmüşken eteğimizdeki taşları, sırtımıza yığmazsın yeniden. Bilirim inceliklerini senin. Ama kalbin farklı acıyor değil mi Melek. Benimkinden biliyorum. Ölmedik öyleyse kuzum, ölmedik hala biz. Gün gelir belki oda olur ama hala acıyor içimiz. Bir yara bin gül dağlarmış, doğuştan yanmışız be gülüm, bak hala tütüyor dumanımız.
 Hep kırıktı zaten kanadımız. Doğduğumuz günden beri belki de kim bilir. Ve hep pembeydi gece.yalnız biz karanlık. Yokluğun ve yoksunluğun insanlarıydık biz. Genlerimize işlemiş bir hastalığın son ve en ağır sancıları vuruyordu ömrümüze. Bilmezdik biz hiçbir şeyi. Öylesine yaşardık işte. Öyküsü olmayan çocuklardık. Mirası olmayan ve sonra adı, sanı, şanı yokluk öykülerinde toparlanmış yumakların çözülmeyen düğümleri, biz kimdik Melek. Kızma hemen bana, yeter artık der gibi bakma. O bildiğin normal insanlar gibi değiliz diye, hani her şeyleri tam görünen, tüm hesapları  tutan insanlardan neyimiz eksik der gibi bakma bana öyle. İçim deliniyor. Bir tek senin gözlerinin yas tutan özlemleri deliyor içimi Melek. Bilemezsin bunun nasıl bir keder olduğunu. Bir ömrün çiğliğinden fazlasıydı bizimkisi. Bak bundan eminim işte. Beklide bütün kaçakların toplandığı bir ülkenin çocuklarıyızdır. Bundan tam emin değilim ama, büyük çoğunluğunun özellikle yoksulluğundan ötürü böyle olduğunu düşünüyorum. O büyük savaşların talan ettiği ailelerin savrula savrula tutunduğu bir dal bizim dedemizin hayatına ve sonra bize uzanan bir döngünün sıfırıydı. Yıkımların ardından gelen başlangıçlar da o tarihin izlerini taşımıyorlar mı dersin. Yıkılışın ve sonra yeniden ayağa kalkışın adımlarının ürkek ve anlamlı bakışları ne kadar uzağında Melek, hiç düşündün mü? Boş verdin değil mi, herkes gibi…bu günün düşüşleriyle uğraşıyorsun sende. Boş ver Melek, en iyisi bu. Sen taze acılarına dal ve onların damağında bıraktığı, ballın tadın çıkar. Şairin dediği gibi “ acıyı bal eyle”. 

15 Mayıs 2015 Cuma

Eteklerindeki Taşlar- Hikmet

Bir adam ki kendine fazla, herkes den çok kendine fazla ve kendine rağmen bir hayat sürmeye yazgılı. Debelenip durduğu dünyanın ne olduğunu bile anlamaya fırsatı yok.Bir çift sürmeli gözün oyunları içinde bir oyuncak olmuş. Gözlerinin oyununa gelmişti Hikmet. Gözlerinin gördüğü manaların yanılgıları....keşişin ardı sıra bıraktığı hikayeler gibi yalan yanlış bir hayatın bedeli ödene ödene bitmemişti. Hikmet bir silkelense düşecek olan taşların altında kaç dünya kalmazdı ki, kim bilir? Hikmet olsa olsa karşısındakinin ezberine uygun bir yol bulur yine de en az zararla atlatırdı dünyalar bu taşların ezici ağırlığının sarsıntısını. Onun koca yüreği kıyabilir miydi hiç Meleğine sitem dolu sözlerle yaralamaya. Hikmet bilirdi zaten kendini. En çok kendini bilirdi çocukluğundan beri. Keşke bilmeyeydi de layık bir yaşam sürebileydi; hani bir baba gibi, bir sevgili gibi en çok da bir adam gibi. Neylesin garip ona da böylesi bir yaşam biçilmiş işte. Anlamak istemiş her bir şeyi ve anlamak üzere yok etmiş tüm gerçeklikleri. Yanlış bir çağın insanı gibi eğreti sürmüş ömrünü. Eski Yunan filozofları gibiymiş bilmem kaç yüzyıl sonrasında. Bozkırların sert iklimlerinin tasasını duyuyormuş gibi yüreği sürekli yol hikayelerine kurulu. Çölün ortasındaki serapların yansıması misali bir ömrün hangi sorgusundan hangi yargıların adil sonuna varabilirsiniz ki. İşte Hikmet aynı böyle imkansız bir sonsuzluğun içinde var mı yok mu bilemeden sürüklenen bir ömrün son baharının sürgünlerini sürmekteydi.
      Neydi o oğlun adı Erdem mi. o bir düşün adı, varlığıyla hayali arasında uçurumlar olan adım. Hangi geçeklikle düşü arasında bir benzerlik vardır ki. Benzerlik kurmaya kalktığınızda en fazla kaçak bir adam olup çıkıyorsunuz. Ne yapsaydım da düşle gerçekliğin kavuştuğu bir resmin mutlu atmosferinin içinde bir an geçirebilseydik. bir adam kadın ve oğul, her birinin aynı anda tüm hücreleriyle gülebildikleri bir an. böylesi bildiğiniz bir kare var ise ne bileyim gördüm deyin hiç olmazsa içinizden. kaçak bilmesi mümkün olmayan karelerin çıkmazında hikayelerin anlamsız kurgusunda çılgınca bir iş yapmaya kalkıyor. Anlamaya çalışıyor ve sorguluyor tüm karelerin karanlık odalarını. hani bir kız sevmiş de kavuşamamış bir adam değildi o. parçalanmamış dı yüreği zalim bir sevgilinin kıskançlık oyunlarıyla. öyle olsaydı bir nebze isyan etme hakkını bulacaktı kendinde. Küfürler savurabilecekti ağız dolusu. Kırıp dökecekti çevresini belkide akıtabilecekti zehirlerini hafifleyecekti adam. olmadı işte o ancak yapamadıklarının hatta yapmak istemediği ancak yapmak zorunda olup da yapamadıklarının sancısını çekmişti, yaklaşık bir ömür.Hani o askıda zamanları vardı ya ezberlerinin saklı sandıklarındaki yaşanmış olanların arasında bir geveze ıslık ve dudağının ucundaki bir kibrit çöpü işte o zamanları hariç. Farklı zamanlarında farklı anlamlar içinde kaybolup giden ve sonra hep Melek ten tekrar başlayan ve yeniden kaybolan adam Hikmet. Erdem in gittiği sabah gözlerinin ufkunda hafiften bir ışık parlamıştı yine. isyan ediyordu oğul aynı olması gerektiği gibi. Üzülme anne diye sarılmıştı Meleğe, seni görmek için yeniden geleceğim. Dayanamıyorum anne diye haykırıyordu. yaşayan bir ölüyle aynı çatı altında soluk alamıyorum artık. Hep susan, görmeyen , duymayan bir babayla olmayacak anne. Gitmem ve kendime göre bir hayat kurmam gerek. ne olur anne sakın ağlama ve ne olur üzülme hem sanada para... dediği sıra da Melek ağzını kapattıydı oğulun. Daha fazlasını duymaya cesareti yoktu zavallının. sarıldı yavrusuna, uzun bir solukla onun kokusunu doldurdu içlerinin tüm zerrelerine. git oğul dedi git. iyi haberlerin yeter bana dediydi. fazlasını arayacağı yoktu zaten. Çünkü o bir kaçağın karısı, yari ,satıır başı olmanın ne olduğunu çok iyi biliyordu. oğulun ardından kapatınca kapıyı, gözlerindeki son damlalarıda elinin tersiyle silip karşıma oturmuştu, gözlerimin karasına karasına hançer keskinliğiyle bakmıştı ve sonra giderek sakinlemiş öylece uykuya dalmıştı. Hikmet idi adam gereğinde yok olmayı da bildiydi ama çaresizliğinden falan değildi bu, düpedüz bir tercih idi.Onun hayatı ancak böyle devam edebilirdi, üç çağ vardı onun için, Meleği beklemek, Melek için yaşamak, Melek ile ölmek.
yaşıyordu hala, meleği yaşama çağındaydı. Meleğin kaybedişiydi bu. önce mümtaz sonra erdem. ama hikmet için bunların hepsi yeniden doğmak demekti. yenilenmek, sonra hiç kaybetmediği merakıyla bakmaktı dünyaya.
Bir ölüp bir dirilmekti onun hayatı kısaca, Meleğin ki ise bir bulup bir kaybetmek demekti. Eteğinde taş biriktirmeyecek olan da yine Hikmetti. O tüm taşlarını yolda ata ata yürümeyi tercih etmiş olan kaçak. Ve Melek Erdemi uğurladı sonunda ve Hikmet yeniden geldi. Serüven tüm hızıyla devam edecek, ne zamana kadara(?) kim bilir?.........

12 Mayıs 2015 Salı

Eteklerindeki Taşlar-Melek

Tüm hesapların görülme zamanındaydılar şimdi. Sırayla Hikmet ve Melek eteklerindeki taşları dökeceklerdi, bir bir. Boşalacaktı içleri, hafifleyeceklerdi kuş gibi işte sonra kuş gibi uçacaklardı. Her bir Adem oğlunun benzer hikayeleri gibi, akıyordu hayat , işte hepsi bu. Ancak hikayenin mızıkçı adamının adıydı Hikmet. Ölünceye kadar devam edecekti mızkçılığa.

Melek’in eteğindeki taşlar:
Dünyayı gözlerinin içinde barındıran adam değilmiydi benim yarim, soluğuma bir ad vermiş olan adam değilmiydi varlıkların sonsuz servetinin sahibi. Niye terkediş hikayerleriyle doldu hayatımız anlamadım ki. Oğulun açtığı en sıcak yaranın adı neden terkediş oldu. Saramadıkmı yavrumuzu yeterince, kokumuzu dolduramadık mı ciğerlerine, yıllar öncesindeki yaraya benzer bir sızı kanıyor yeniden, Niye..Biz hayatın yalnız çocuklarının kanayan bir yarası olmak zorunda mı hep...Biz ne zaman çoğalıcağız Hikmet. Düğünümüz bayramımız olmayacak mı hiç bizim. yoksa adımız bir yaramı? adımız yüzünden mi bunca keder? Melek deniş anam bana, tertemiz bebek yüzümde bir melek görmüş ve Melek demiş bana. Kaderimi görmüş yüzümde sanki. Melekler ağlarmış bu çağlarda. Ağladıkça diğer kişioğulları azarmış. Melekler ağalrmış ve dünya aldırmadan dönermiş kendi bildiğince. Gözümden akan yaşlardan salıncakların altında göller oluşmuş. Hiç kurumayan göller. Melek ağlamış ve salıncaktaki o küçük hep sallanmış. Bu önüne geçilemeyen yazgının içinde kıvranmanın ne anlamı var diye düşünüyorum, bazen. Evet Hikmet gerçekten birlikte yandık, yandıkta kavrulduk. sönmiyecekmi bu yangın artık.
Suların en soğuk yerlerinden birikmiş yağmur damlaları akıyor üstüme. üşüyorum Hikmet , hemde  çok üşüyorum. Aklım oyun oynuyor bana, işte öyle geliyor, sanki Erdem gitmiş ve sen doğmuşsun gibi. bilemiyorum, uykuyla uyanıklık arasında bir yerlerden akıp gidiyormış gibi hayat. bir bakmışım bir oğul Erdem ve sen yokmuşşsun sanki ve bir bakmışım meğerse sen hep  yanımdaymışsın ama oğul bir kuş misali kanatlanmış ve uçmuş...
İki arada bir derede kalmış gibi bir hal doğduğumdan beri peşimde, hiç bırakmıyor beni. Ben ve annem, annem ve işim, sen ve tüm dünya en sonunda da oğulum ve sen, sevdiğim ve hep beklediğim Mümtaz gitti yerine gelen bir Hikmet bir adamın iki yarısını ayrı ayrı yaşamak kolay değil bunlar. Rüya da görsen hayra yorulmayacak bir hayat ancak gözlerin hep durdurdu beni, gözlerinin kara kuyusunda her bir an yeniden boğuluyorum, hiç durmadan düşmek kuyuya durmadan düşmek işte benim kaderimin karanlık yazgısının adı senin gözlerinmiş Hikmet. Düştüm Mümtazın gözlerine yüzüyorum Hikmetin derinlerinde. Hiç bir şey anlamadım. Erdem, oğul göğsümden uçan kuş ve ben yine düşmeye devam ediyorum. Ah Sevgili yandık işte beraberce yandık. Fazlası yok bu işin en şanslı olanlar ancak bizim gibi yanarmış madem yandık işte,kavrulduk. Kısma gözlerini öyle kapatma kuyularını ben başka bir yaşam süremem bu saatten sonra. senin gözlerin benim sularım, kapama kuyularını biraz daha düşeyim. Düşmek yaşamak demek, kapama kuyularını bana ölmek için erken daha....



11 Mayıs 2015 Pazartesi

Hikmet ve Melek-5

 Erdem yavaşça kaçırıldı annesinin göğsündeki buram buram şefkat kokusunun içinden. Ağır ağır büyüdü. Büyüdükçe masumiyetinden kaçtı. Bir kaçağın oğlunun ilk kaçış deneyiminin adı mantık idi. kaya gibi sert ve acımasız. Bildiğiniz duvarın adı işte, mantık. Bakın bu bizim anlayacağımız bir hikaye değil işte. Vardır sağda, solda ve her bir tarafta böylesi mantıklı hayat öyküleri. Bizi bulaştırmayın rica ediyorum böylesine mantığı kurcalama işlerine. Sizi bilmem ama bu  beni aşar. Belki Hikmet biliyordu böyle olacağını kim bilir. Belki asıl bu yüzden ördü duvarlarını daha sağlam oğluna ve tüm dünyaya karşı. Her bir var oluş bir ötekinin reddiyle başlar ve anlam kazanır ezberi üzerine kendini kaçırdı ötekilerden, kim bilir? Belki Hikmet kendi ezberi gibi biliyordu oğlunun önce kendi karşısında bir duvar öreceğini ve bu duvarında olsa olsa Mantık duvarı olacağını. Bu yüzden silinmişti canlarının gözlerindeki perdeden. Bir fotoğraf karesi solukluğunda olmak istemişti oğlunun ezberinde, kendini korumak için yahut Erdem’i özgür bırakabilmek için.
Erdem anasının kanatları altından sıyrıldığı zaman yeniden canlanacaktı Hikmet. Sevdasının sürgünlerini yeniden yaşamaya başlayabilecekti. Fotoğraf karesinin içindeki soluk yüz renklenecek ve yine hep özlediği gibi, sevdiği gibi yine nazlı dilberiyle koklaşacaktı bahar gibi. Bir kuş uçmuştu yuvadan. Kanatları çırpılmıştı hayata ve geride kalanların içinde hep varolan yaradan bir damla daha kan akmıştı. Acımıştı yaraları, yeniden deşilmişti yara hepten boğulmuşlardı yeni bir hüzün denizinde. Bu sefer kendi sonbaharlarında iki eş başlamışlardı ıslık çalmaya. Tüm yaşadıklarına. Hüzün adına hayatlarına giren her ne kadar keder yüklü bulut varsa, hepsine birden usul usul ıslık çalmışlardı. Rahatlamışlardı yavaşça, kendi kanatlarının yaralarını sarmışlardı. Sonsuzluğa yapılan tüm yolculukların son dönemecindeki vakur bir hazırlığın içindeydiler. 

8 Mayıs 2015 Cuma

Hikmet ve Melek-4

Erdem usulca sokuldu meleğin koltuklarının altına. doya doya doldurdu içine ana kokusunu. melek sıkıca sarıldı hayata. Hikmet usulca göçtü yok oluşun her bir çeşidinin içine. Erdem taptaze bir umuttu hayatlarında. solukları tazelendi. Annesinin biricik oğlu ve babasının en büyük azabı Erdem için atacaktı bundan sonra yürekleri.

Hikmet baştan kabul etmişti yenilgiyi ve oğluna Erdem adını vermişti. Kendi hesapsız hayatının bedelini kesmişti bir anlamda. Serseri ıslıkları susmuştu oğlunun gelişinden sonra. Bir köşe aramıştı hep bu taptaze soluktan saklanacak. Aşılmaz duvarlar örmüştü oğluyla arasına. Oğluyla ve tüm dünyayla. Hiç düşünmemişti ki böylesine bir soluğu, canı, cananı ne yapabilirdi şimdiden sonra. Oğlu için ne yapabilirdi. Onun yokluklarına nasıl katlanılırdı. Bilseydi Erdemin olacağını işte o zaman hazırlık yapmaz mıydı onun için. ah bir bilseydi, bilebilseydi. O en büyük hazinesi oğlunu sırça yüreğinin paha biçilmez saraylarına yerleştirmez miydi. Bir serseri adamın  yitik yüreğiydi şimdi elinde kalan. Kim sığardı ki böylesi bir boşluğa ve hiçliğe. Biliyordu Hikmet bu yüzden ağırca bir yokluk göçündeydi artık. Bir köşede silik bir resim gibi Erdem’i ve anasını izliyordu. Onların gözleri önünde yavaşça hafızalarından siliniyordu. Kendi gözlerindeyse boşa geçmiş bir ömrün ağlamaklı özlemleri yarı ölü yarı diri aktı akacak iki damla yaş misali göz pınarlarında ya da asla çözülmeyecek bir düğüm olarak boğazında duruyordu. İlk göz ağrısı, nazlısı, dilberi tanıdığı ürkek adımlarıyla bu sefer yanına yaklaşıyordu. Gözlerini arıyordu Hikmet’inin ve kokusunu onu peşinden sürükleyen derin kuyularını tekrardan görmeye çalışıyordu. Nafile, Hikmet çoktan atmıştı kendini içindeki derin kuyuların çıkmaz karanlıklarına. Melek sırtındaki yükün ağırlığından değil sevdiği bir nazarın peşinde iki büklüm, ezilmiş ama mutlu. Analığın doğasında olan bir hırçınlıkla saldırıyor hayata. Erdem canından kopan can için yıkıyor yakıyor ortalığı lakin Hikmetin sonsuzluğa göçünü durduramıyor. Döndüremiyor onun yüzünü oğluna, bir oğulla doğan yeni umutlara bakmıyor bile Hikmeti. Yara büyük ama umutta büyük. Öyleyse bir ana önce yavrusuna sarılacak. Hikmet köşesinde unutulmaya yazgılı. Böylesine bir yazgı Hikmetin tercihi işte. O da böylesine güzel bir adamdı işte. Erdem dediği oğlunun yüzüne bakacak yüzlerini tüketmiş olan adamdı o. Melek oğluna nasılsa Hikmeti sevdiği gibi anlatacaktı. Oğul önce Mümtazı sonra Hikmeti en sonun da kendini yani Erdemi bilecekti. Koca bir maşallahla büyüyecekti Meleğin kollarında. Gözlerin içindeki sihirli gücü yorulmadan öğrenecekti. Hayatı boyunca Erdem’in en kıymetli hazinesinin adı olup çıkacaktı Hikmet.
Kaçağın durmaksızın izlediği yol belliydi. Hayatı boyunca tüm karşısına çıkan cilvelerden uzaklara gitmek. Kıyısından seyrelemek yaşam denilen denizi. Bir türlü içine girip yüzmeye niyet etmemek. Niye tüm öykülerin ana kahramanları başarmaya yazgılı olsun ki. Hadi ordan diyenlerden biriydi Hikmet. kendince kurguladığı bir oyunun içinde ancak bir soluktu. Gerçekti yani, Hiç kimse onun sahiciliğinden şüphe duymayı aklına bile getirmemişti. En sahici karakterlerden biri olarak sürüyordu yirmi kusur yüzyılların bahçelerinde. işte hepsi bu, aslı bu. Hatta kurcalanacak hiç bir yanı bile yok. Kaçak yaşamın masum yüzü, gülüyor kendi aynasından kendine ve her bir kimseye. Daha önce de söylemiştik, zararsız ancak zararsız olması iyimidir kötümüdür? 

7 Mayıs 2015 Perşembe

Himet Ve Melek-3

 Orta çağlarının ılıman iklimlerinin baharlarındaydılar bir zamandır. Ne zamandır bilinmez. Zaman algılarımızın sınırlarını zorlayarak akan nehir. Geçiyor işte hepsi bu!
Hikmet en son kahvehanede Melek ise bir genç kızın umutlarını oyalamaktaydı. Kendi umutlarının bir adı olmayan kadın, her neyse yaşıyordu işte henüz canı çıkmamış üstüne bir de canının cananı olan bir kadın. Ahh Hikmet ne demeli sana, hangi erdemlerin ışığı altında yıkandın isen ona göre akıtacaksın ömrünü ama sevdan, kadının o yani yüreğin ve gözlerinin ışığı olanı nasıl sevebileceksin Meleği? Onun tüm kederli tebessümleri arasında hangi sevda ağacının meyveleri bitecek.
Hikmet o gün eve döndüğünde Melek ilk defa onu sarılarak karşıladı. belliydi bu gecenin farklı gelişi kapıdaki karşılamadan. İnsan anlar bunu işte . Hikmet hayli hayli anlamıştı zaten. Bu gün Erdem’in tohumlarının atılacağı gece yaşanacaktı. Başka ne olabilirdi ki. İşte çocuğun adı daha kapıdan babasının karşılanışından belliydi. Böylesine bir bekleyiş ve böylesine bir kopuşun kavuşmasından olan çocuğun adı ancak ve ancak Erdem olabilirdi.Tüm yoklukların ve yoksullukların arasında doğacak olan büyük umudun adıydı Erdem. Sadece bir oğul değildi o. Hikmetin ve Meleğin yenilenecek olan oyunlarının kurgusunda ki en önemli olacak olan parça. İşte gerçeğin en dibi ve adı Erdem. Hayatın devamının en önemli parçalarından birinin adıydı oğul. işte onların yenileneceği takvimin en son mevsimiydi. Tüm Kaçak hikayelerinin umutlarının yeşertileceği diplerden izleri taşıyacak olan oğulun tohumların atılacağı geceydi o gece. Erdem doğacaktı sonuçta. şakası yoktu bu işin. Bu geceninin aylarca sonrasında Erdem büyütülecekti. İşte o kadar!!!!!! 

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Kimdir Kaçak

 Orda mısınız sahiden, son noktanın ardından şimdi gözleriniz satırların üzerinde mi geziniyor? Ne arıyorsunuz, bir kaçağın ardında. Bir boşluğun içinden yankılanan sesi mi? Kulaklarınızda ki tüm sesleri susturun bakalım ne duyacaksınız. Hafızalarınızın en karanlık yerinde bir şeyler var mı? Suskun sandıklarınız da sizde mi bir kaçak saklıyorsunuz yoksa? Akıtamadığınız zehirlerinizi kilitlediğiniz karanlık mağaralarınızda hangi kaçağı saklıyorsunuz. Benim kaçağım aranızda, zamanın kimliksiz çocuğu olarak kurgulanmakta ve sunulmakta gözlerinizin takibine.
Oyunun içinde insan sadece kurallarla tanıyor her bir şeyi ve kendini. Oyunun içinde insana dair hiç bir şey yok ve insan da yok. Sadece kurallar, oyunun kuralları. bu satırların üzerinde gezinecek kadar cesur oyuncular, kaçaklar, mızıkçılar ve tüm ukalalar haydi denize.Yelken açmaya gidelim sizinle. Oyunlar bozulsun. Tüm mızıkçı adamlar ve kadınlar sekmesinler artık çizgiler arasında, dokuz taşlar toplansın, denizlerde taş sektirilmesin. Gerçek olsak keşke.Kurulmuş, programlanmış olanın dışında bir gerçek olsa.Benim gerçeğim, Ahmetin Ayşenin herbir kişioğlunun gerçeği soluk alsa gönlünce. Keşke gerçek olabilsek. Keşke. Bilmediğin bir anlamın özlemini duyabilir misin? Hani şu içindeki anlamsız boşluğun sebebi olanın, yada sebepsiz tedirginliklerinin. Kuytu zamanlarının içindeki insan kırıntılarının varlığını sezinlediğin deki tarifsiz bir uçurum hissinin hakim olduğu bilinmeyen zamanların özlemi. Sahiden birileri yaşamış mıydı oyun dışında? insanlık tarihinde böyle zamanlar olmuş muydu? Kişioğulları eğer oyun dışında kendi gerçekliklerini yaşamamış olsalardı biz- hani mızıkçı olanlar- dahi oyunun varlığından haberdar olabilirmiydik.
 Suskunluğun içinden usulca gelen şıpırtıları duyuyor musun? Adamın yalnızlığının karşısına oturttuğu yüzler ve hep ötekilerin acımasız okları nasılda acıtıyor canını. Karanlığının zifirinde çığlık çığlığa intikamını alıyor adam. Kabus olup çöküyor üstlerine. Her biri ötekinin zayıf yanlarını adı gibi biliyor. Hiç çıkarmıyor aklından. Adını bile unutabilir ama ötekilerin zayıflıklarını asla. Unutmak yok olmak demek. Suskunluğunun içinde adam hep hazır saldırmaya. Ah bir bulsa fırsatını.
Alem kara çapul bir gecenin izinde. Hafızalardan oluk oluk kan akıyor. Susmuyor bir türlü. Sus diyorsun olmuyor, durmuyor,durmadan akıyor, yapabileceği tek iş buymuş gibi kanın durmadan akıyor. öffff....Su bulanık, çamurlu kimse bilmiyor. Dizginlerini koparmış hafıza öylesine işte başıboş toslamakta her bir yana.karışıyor tüm zıtlıklar birbirine, alacalı renklerle dolaşıyorlar etrafta. Gül ağlıyor, denizde ekinler biçiliyor,gök dalgalı.
İnceden başlıyor yağmur. Usulca döküyor içini, sakince  ürkütmeden ıslatıyor toprağı. Rahmet iniyor gökten toprağın çatlamış yarıklarının üstüne. Hiç farkettirmeden yeşeriyor çayır çimen ve her bir türlü ekin. Rahmetle canlanıyor tohumlar. Yağmur öncesinde toprağın derinlerindeki tohumun ne olduğunu bilmek zor. Yalnız insan kıvranmakta bu bereketin ıslak sancıları arasında. Doğum yada her bir yeni, acıtıyor içini. Uğulduyor derinden derine, çığlıklar atıyor hayırrrr diye. Çaresiz yenilenecek başka yolu yok. Yoksa gidecek bir yolu kalmayacak. Yollar kapanmayacak olanlar, eğer gidilecek yol yoksa artık  bu son demek olacak. Zavallı insan bunu bile bile ardında bıraktıklarının buruk hüznünü taşıyacak hafızasında.
Anladığın kadar varsın madem,kaçak anlarınız bol olsun!


5 Mayıs 2015 Salı

Romancı ricası

Kendini bilen adam dünyayı da biliyor demektir. Dünyaları bilmek hayatın en büyük erdemlerinden biri olsa, hikmet kaç dünya bilir. Bilmek kaç para eder. Hangi erdem sahibi rahat bir yaşamın sıradan zevklerinin arasında bir yolculuk yaşamış ki bizim erdemli adamımız, Hikmet yaşasın. Tüm anlam peşinde koşan benzerleri gibi sefil ama asil bir hayatı sürmeye yazgılı Hikmet, zaten bulmuş yoldaşını, böyle bir adamın da ancak Melek gibi bir sevdiği olabilirdi. Hikmet’in eksik yanının adı Melek her bir türlü emeğiyle kaynatır tenceresini. illaki bir duman tütecektir bacadan. yormayın beni adamımıza uygun bir iş yok işte. Herhangi bir meslek kalıbının içine girebilecek adamlardan değildi o. Rüzgarının nereden eseceği belli olmayan, öylesine, tarifi olmayan bir hayatın hikayesini dinlemektesiniz. Yaslanın şöyle koltuğunuza, keyfinizin kahyalarından kurtulun ve nasıl isterseniz öylece savrulun bir kaçak öyküsünün tozlarına. küller gibi. Hafifçe uçuşun. sallanın düşüncenizin yelkenlerinde sağa,sola ve bilinmez taraflara. bir kül varlığında algılayın her bir şeyi. yanmış tükenmiş ışığınızın gri renkli bulutu olun. Düşünmeyin artık Hikmet ile Meleğin hikayesini. Siz kendinize dönün onları da kendi hallerine bırakınız. Rica ediyorum.

4 Mayıs 2015 Pazartesi

Hikmet ve Melek-2

  Yatağından usulca kalkıyor, ötekini uyandırmadan sessizce mutfağa gidiyor, yine aynı itinayla kapatıyor açtığı kapıları, camı açıyor, yollar ıslak, tarifsiz bir koku doluyor burnuna, hoşuna gidiyor, derin bir nefes alıyor, genzi yanıyor hafiften, bir bardak su içiyor sonra oturuyor açık pencerenin önüne bir sigara yakıyor, yaşıyormuşum diyor, Hikmet kendine ölen ben değilmişim. Başlayan günün uyumsuz ritmiyle akıyor zaman. Hikmet yaşıyormuş peki ölen kim? Bana ne canım diye düşünüyor, içerde uyuyan bir kadın ve ben varız işte, gerisinden bana ne. Hikmet zaman neyi emrediyorsa onu yapmaya çalışan adam, bir mutluluk yolu öyküsünü ezberden sakince yaşayan adam, önce çay demliyor. Yumurta kaynatıyor, bakkaldan taze ekmek ve gazete alıp geliyor. Kadın uyanmış gözlerini ovuşturuyor. Bir sessiz günaydınla kuruluyor sofranın kenarına. çayı dolduruyor bardaklara, adam tabağına biraz peynir alıyor, kadının yumurtasını soyuyor. küçük bir tebessüm yerleşiyor kadının dudaklarına. Her ikisi de iştahla kahvaltı ediyorlar.

 Kahve, bulaşıkların ardından sabah kahvesini ocağa koyuyor kadın, dudaklarında ufaktan bir yağmur sonrası gelen neşenin şarkısı var. Adamla birlikte aynı şarkının nakaratını söyleyerekten içiyorlar kahvelerini. ardından neşe içinde evden çıkıyor Hikmet. İşsizlerin toplandığı kahvehaneye gidiyor. Camın kenarındaki yerine oturuyor kimseye selam vermeden. Kadın elindeki işleri yetiştirme telaşında, bir genç kızın çeyizini oyalıyor. Olabildiğince kıvrak, bir geçimlik telaşı işte bildiğiniz gibi. Adam, neşeli bugün be; hem işsiz hem neşeli. Yeni çıkıp gelmiş ölümün kıyısından, Hikmetin masasına bir adam yanaşıyor, oturabilir miyim? diyor. Buyurun diyor ona Hikmet sakince.
 Çay söylüyor adam kahveciye, elinle iki işareti yaparak. Sigarasını çıkartıyor cebinden, pakete parmağıyla vurup sıyrılan sigaralardan birisini alması için Hikmete uzatıyor. İkisi de kendi çakmaklarıyla sigaralarını yakıp gelen çaylarını karıştırıyorlar. Hepsi bu. Gerisinde hiç bir şey yok kayda değer.
  İnsanların hayatını şekillendiren onlara kendine özgülük kazandıran en önemli etkenlerden biride işleridir madem, gelin bizim mümtazlıktan hikmetliğe terfi etmiş olan karakterimize de bir iş bulalım. adı gibi kendide son derece hikmetli olan bir adam ne iş yapabilir diye düşünelim öncelikle. Hikmetli bir adam olmak kolay olmaz herhalde. Okumadan ulaşabilecek bir mertebe değildir zannımca bu MÜMTAZ bir Hikmet olma işi. en azından bir fakülte bitirmiş olduğunu düşünsek, Hikmet iyi para kazanacağı bir bölüm mezunu mudur, yoksa bilgi hamallığı yapan ama hiç bir şekilde
paraya dönüşemeyen bir bölümden mi mezun olmalıdır?  Adamın adı Hikmet ise ve bu adının izleğinde kemale ermiş, üstelik mümtazlıktan hikmetliğe terfi etmiş bir adam ise parayla pulla işi olmaz diye düşünebilirsiniz. Adam sende hikmet için bu kadar kafa yormaya değmez. O, olsa olsa ne iş bulsa yapar, tüm derdi para kazanmaksa adı Hikmet olan adamın bunun kırk bin çeşit yolunu bulur. Bizi ilgilendirmez nadir bulunan şahsiyetimizin işi. Zaten onu yaptığı iş şekillendiremez ki, o yaptığı işe kendi damgasını vurmayı becerir. Huyu bu ne yapsın.

3 Mayıs 2015 Pazar

Hikmet ve Melek-1

Deniz üşümüş. Ağlıyor. Kışın kıyametin ortasında nasıl ısınacak bu koca deniz, titriyor. Soğuk ağlatıyor. Ve dipsizin dibindeki tüm atık hikayeler isyanda. Bir kargaşa gürültülü bir şey. Durmadan her bir hikayenin kahramanı bağırıyor. Deniz delirmek üzere. Taşıp atacak neredeyse içindeki tüm kirleri, vazgeçilmiş olanın isyanı sonu olacak insanlığın. Bir masal anlatmalı onlara, sakinleşmeliler. Sonra biraz sakin nağmeler çalınmalı kulaklarına. Uyumalılar ki deniz azıcık dinlensin. Bu çıplak gerçeğin arkasındaki sahici perdeler huzursuzluk veremesin en azından bir süreliğine. Kısa bir süre de olsa bu deniz için gerekli. insanların hayatlarında susması gereken zamanlar geldiğinde ince ince dalgalanmalı deniz. yoksa tüm soluklar boğulacak.
  Melekle ile Hikmet kendi dünyalarının içinde biraz daha dilsizleşecekler. Ağır ağır dağıtacaklar bulutlarını. İklimler değişim rüzgarlarının gelişini haber vermekte. Zaman hiç durmadan akıp tüm yaraları sarmak üzere programlanmış. Bu sarılma sürecinde suskunluk en iyi ilaç. İçlerinden ancak kendi kulaklarına ulaşabilecek sesler gelmekte. Nereden bilelim böyle olacağını. Biz öylesine rüzgara teslim olmuş olan hayatlar ne bilebiliriz ki. öylece bekleriz sadece. Sakince suskunca bekleriz. 

1 Mayıs 2015 Cuma

Bir Sersem Hikaye

 Bir sıfat yada isim ancak bir asra yetecek olsa, bizim nadide şahsiyetlerimiz bir asır yaşamamışlar demek olur. Öylemiş de. Bizimkiler iki asırı birden yaşamışlar. Çocuklukları ortalarda bir yerde  orta üstü zamanlarıysa yenilenmiş bir çağa aitmiş. Bir adam yaşadığı çağda olmak isteyen önce Mümtaz sonra Hikmet, bir kadın çocuk iken de kocadığında da Melek. Başka bir şansı olmamış ki. Mümtaz’ın Hikmet olma hakkı var iken bir zavallı Melek yedisinde neyse yetmişinde de oymuş.Melek Mümtaz ile çıkmış yola, Mümtaz olmuş Hikmet, Melek yine Melek olarak kalmaya yazgılı.  Bir kadının ezberini bozmaya hangi asrın sonuyla başı arasında kalmış olan bir iki arada bir derede zaman yetebilir ki. Bir kadın tüm hikayelerin ötesinde fazlasıyla annesi ve belki de annanesi... zamanların tüm yükü sırtında kabullenmiş tüm yaşanacak olanların zaruri yanlarına. Avutmaya ve avutulmaya programlı ben Melek sen canım, ciğerim, ilk göz ağrım, mümtazım şimdinin hikmeti, aynı ikisi de aynı siluette. Hiç bir fark yok. İkisi de sevdiğime bir örnek. Kaybettiğim ve bulduğum aynı siluette isimleri farklı aynı? İnsan ne olur?

    Ayazın ortasında bir yazık. Yazık ki ne yazık. İki arada bir derede iki sevdalı yürek, bir sevda. Tüm vazgeçilmişlerin karşısında çaresiz bir katlanış ezberi. Bırakalım da hikaye devem etsin. Sürelim yazgının izindeki izleri. Neler olup bitmiş, bize ne ? Kişioğlunun içindeki hikayenin yankısı asıl merak edilen. Sözcüklerin ritmi uyumsuz . uyumsuzun içinde bir yol gidilmekte. Sonu bilen yok. Son ancak yaşandıktan sonra bilinecek. Ah bıraksa  bizi bu yazgının ezber bozan sorgusu. Hafiflesek, uçsak hep beraber. Dünya ve biz tüm öğretilerin dışında bir soluk olarak üflensek nefeslerin her bir alınışına. Ne olur ...ne olur..  Delilik bu diyordu adam biliyorum delilik. O zaman  güzel kadınım Meleğim inan benim delirdiğime, inan ki bunca yorgunluğunun adı konsun. Mümtazın deliliği Hikmet. Ben senin yolunun üstündeki adam ve bir adım ermişin son kertesindeki  duruşu hikmet . işte senin dönen kocan Hiikmet Mümtaz kimdir bilmem ben .ben Hikmet Memnun oldum Melek , karım, ilk ve son göz ağrım, artık uyuyalım . yorgunluk bedenlerimizde ki son ağrı. Uyuyalım hiç uyanmamacasına ve bitsin bu saçma hikayenin anlamsız yorumu . Tarih  için de birilerine kalsın olmaz mı?
   Hangi sevda iki arada bir derede kalmış değildir ki? Hangi sevda kendi gönlünce yaşanıp gidebilir ki? Çatışmaların dışında yaşanmış bir sevda var mıdır? Olsa adı sevda mıdır? Yoksa bu kurgu böylesi bir isyanın çocuğumudur? Her bir sevda hikayesi bir isyan bayrağıyla mı renklenmektedir? Kim bilir? Belki aşıklar bilir ve yanıtlar bu soruyu bir aşığa sormak lazım. Yolun başında Adem ile Havvanın hikayesi, yolun her bir kişioğlu için başında aynı nağmenin acısından bir kırıntı. Ve yolların üzerinde hep aynı hüzün. Yürekleri dağlayacak kanatacak olan aynı nağmelerin tınısı. Bir ezberin içinde yeni olduğunu zanneden insan. Kişioğlunun bin bir isminde aynı hikaye. İstinasız her bir insanın yüreğinin kanayan tek yarası. Kavuşulamayan her neyse. Yada bir kaybediş öyküsü.. işte böyle çağsız, yer ve zamansız bir öykünün kahramanları olan aşıklar sağmakta acının her bir tonunu. Gitmekle kalmak arasında atılamamış olan adımlar doldurmakta tüm yolları. tüm doğa ve anlaşılması gereken her bir var olan bu karmaşanın içinde bir yol bulmakta. En derininden yaranın için de tek bir saltanat yatmakta. adı kısaca aşk. sonu yok. aşk yok.ve tüm ezberler ağlamaklı. bin yıllık türkülerin eşliğinde benzer hikayeler hep benzer göz yaşlarını dökmekte. ve çocuklar doğmakta aynı sersem hikayeyi yaşayacak ve yaşatacak olan. bu anlamsız hikayenin kahramanları yazgılarını kurgulayanın küçük bir hatasıyla değişivermiş. şu satırlardan sonra öykü hikmet ile meleğin hikayesidir. işte bu kadar. bir itirazı olan varsa. çekip gitsin!

Ay Masalları

  Ay Masalları,   I.Zaman: Yeni Ay   Kuzgun,   Asırlardır sallanan bir koltukta, küçük kara bir kuş düşü tutuluyordu. Birike bir...