14 Eylül 2015 Pazartesi

Kralın Gaipliği

Yaşamı yok sayan bir döngü, durmadan yok ediyordu soluğun kutsal buğusunu. Yüzyıllardır değişmeyen kurgusu insanoğlunun yok etmek ve yok olmak üzerine dönüyordu. Öğütüyordu insanlığın son vicdan kırıntılarını her bir çığırtkan. Bu sonsuz yok oluşun içinden sıyırmışlardı kendilerini. Aldılar ellerine teflerini sonra, çözdüler dillerinin bağını. Birer birer akıttılar içlerinin korundan. Tutuştu kralın sönen ateşi. Onların dilleriyle yanmaya başladı yeniden. Isındı içi, kendine doldu. Adam bulduysa kendini yol açılırdı zaten kendiliğinden.

Oturdukları sofraya sövdüler ilkin. Avın lanetiydi bu. Doymuşlardı çünkü açtılar. Tram tram tek düze bir ritmle vurdular teflerine hep birlikte. Avın gerçek bir av olabilmesi için av olanın kaçabilme ihtimali saklı tutulmalıydı hep. Saygıyla eğilmeliydi avcılar kaçanların ve hayata tutunanların ardından. Bir yol açık bırakılmalıydı bu yüzden. Soluğa duyulan saygı yüzünden. Ama öyle yapmadılar. Sürünün etrafını çevirdikleri çemberi sıkı tuttular ve böylece sürüden tek bir canlı kaçabilme ihtimalini gerçeklik haline çeviremedi. Böylesi bir avın şölen sofrasında bastırdıkları açlıklarına da sövdüler.
-          Bu bizim suçumuz dedi kral, bu fasıl daha fazla uzamasın diye,
Geçtiler. Sonra başladılar krala sövmeye. Avcılar hemen toparlandı, takındılar öfkeli bakışlarını gözlerine ve sadaklarından çektikleri okları yeniden sürdüler yayların ucuna. Beklediler, bir ömrün hebası kadar uzunca bir süre.
Dediler ki: biz eskiden bir çobanları bilirdik birde sütlerinden ekşi maya tutulan koyunları. Meleşen sürülerin karnını doyurdu çobanlar. Onların yiyeceği taze otlakların izinin sürerdi. Bunlar hangi evvel zamanın içinde kalmış artık bilinmez ama şimdilerde çoğaldı krallar. Paylaşamazlar otlakları ve savaşır durmadan askerleri. Biri diğeriyle, diğeri ötekiyle. İşte böylesi meleşen askerlerin ve tepişen çobanların arasından kaçtık, ölümün ve hayatın kıyısına, ormanlara, mezarlıklara. Âdemi aradık âdemi bulduk. Savaşın ve kılıcınızın ucunda sallanan kan kokusunun uzağında. Gayri kral sen söyle, sen mi kralsın yoksa biz mi?
İsyan edişiniz kimedir diye sordu, kral. Kendinize mi dünyaya mı? Topyekûn hepsine dediler. Kulaklarına fısıldadı içindeki karanlığın derinlerine gömdüğü sesinin titrek tınısıyla, beni de götürün. Hâşâ dediler hep bir ağızdan. Bize mi düşmüş kendine göçmeye karar vermiş olan âdemoğlunu götürmek. Derseniz ki, yarenlik edelim, işte onu seve seve yaparız dediler. Kralın yüzü aydınlandı yine doğduğu gün gibi. Kral avcılara baktı, yüzlerindeki endişeyi, kaygıyı gidermesi gerekiyordu önce. Krallığını bırakıp bir yana, yarenlerine fısıldadı durumu. Önce avcıları yollayalım buradan sonra yolumuza çıkalım dediler. Bensiz gitmezler ki dedi kral. Yarenleri, sizin esaretinizde ne kadar büyükmüş böylesine. Önce siz geldiğiniz gibi, tıpkı bir rüyadan geçer gibi çıkın aramızdan dedi kral. Ben onları durdururum. Sonra siz bizi bir gölge takip edin ama bir tek ben göreyim sizi. En dalgın anlarında ben de bir rüya gibi geçeyim gözlerinin önünden. Sizin gölgenize karışayım.    
 Gölgemiz gölgene perdedir, ey ademoğlu. Senin yüzüne çektiğin perde sırrımızdır. Bu ömrümüzün ahirinden evveline saklanmış olarak kalacaktır derunumuz da. Lakin sen kral kaçabilecek misin krallığından.
 Krallığım benim cehennemindi. Benim kaçışım budur aslıma. Cehennemimden aslıma kaçış. Sizden dilendiğimse sade yarenliğinizdir.
Öyle ise eyvallah dediler eyvallah……
 Dedikleri gibide yaptılar. Usulca sıyrıldı adamları arasından kral. Bir düşün bitişi gibi hafızalara astı suretini, kendi göçüp gitti krallığından ve karanlığından. Geride kalanlar devam etti ezberin kitabından yaşamaya. Kayıplığın bilinmez diyarlarında dolaşan yolcuların yüzyıllardır gittikleri kendine açılan yollar sayısız kaçaklar saklamakta. Bir bakın bakalım aynaya, onlardan biri de orada mı? Kim bilir…





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ay Masalları

  Ay Masalları,   I.Zaman: Yeni Ay   Kuzgun,   Asırlardır sallanan bir koltukta, küçük kara bir kuş düşü tutuluyordu. Birike bir...