Erdem usulca sokuldu meleğin koltuklarının altına. doya doya doldurdu içine ana kokusunu. melek sıkıca sarıldı hayata. Hikmet usulca göçtü yok oluşun her bir çeşidinin içine. Erdem taptaze bir umuttu hayatlarında. solukları tazelendi. Annesinin biricik oğlu ve babasının en büyük azabı Erdem için atacaktı bundan sonra yürekleri.
Hikmet baştan kabul etmişti yenilgiyi ve oğluna Erdem adını vermişti. Kendi hesapsız hayatının bedelini kesmişti bir anlamda. Serseri ıslıkları susmuştu oğlunun gelişinden sonra. Bir köşe aramıştı hep bu taptaze soluktan saklanacak. Aşılmaz duvarlar örmüştü oğluyla arasına. Oğluyla ve tüm dünyayla. Hiç düşünmemişti ki böylesine bir soluğu, canı, cananı ne yapabilirdi şimdiden sonra. Oğlu için ne yapabilirdi. Onun yokluklarına nasıl katlanılırdı. Bilseydi Erdemin olacağını işte o zaman hazırlık yapmaz mıydı onun için. ah bir bilseydi, bilebilseydi. O en büyük hazinesi oğlunu sırça yüreğinin paha biçilmez saraylarına yerleştirmez miydi. Bir serseri adamın yitik yüreğiydi şimdi elinde kalan. Kim sığardı ki böylesi bir boşluğa ve hiçliğe. Biliyordu Hikmet bu yüzden ağırca bir yokluk göçündeydi artık. Bir köşede silik bir resim gibi Erdem’i ve anasını izliyordu. Onların gözleri önünde yavaşça hafızalarından siliniyordu. Kendi gözlerindeyse boşa geçmiş bir ömrün ağlamaklı özlemleri yarı ölü yarı diri aktı akacak iki damla yaş misali göz pınarlarında ya da asla çözülmeyecek bir düğüm olarak boğazında duruyordu. İlk göz ağrısı, nazlısı, dilberi tanıdığı ürkek adımlarıyla bu sefer yanına yaklaşıyordu. Gözlerini arıyordu Hikmet’inin ve kokusunu onu peşinden sürükleyen derin kuyularını tekrardan görmeye çalışıyordu. Nafile, Hikmet çoktan atmıştı kendini içindeki derin kuyuların çıkmaz karanlıklarına. Melek sırtındaki yükün ağırlığından değil sevdiği bir nazarın peşinde iki büklüm, ezilmiş ama mutlu. Analığın doğasında olan bir hırçınlıkla saldırıyor hayata. Erdem canından kopan can için yıkıyor yakıyor ortalığı lakin Hikmetin sonsuzluğa göçünü durduramıyor. Döndüremiyor onun yüzünü oğluna, bir oğulla doğan yeni umutlara bakmıyor bile Hikmeti. Yara büyük ama umutta büyük. Öyleyse bir ana önce yavrusuna sarılacak. Hikmet köşesinde unutulmaya yazgılı. Böylesine bir yazgı Hikmetin tercihi işte. O da böylesine güzel bir adamdı işte. Erdem dediği oğlunun yüzüne bakacak yüzlerini tüketmiş olan adamdı o. Melek oğluna nasılsa Hikmeti sevdiği gibi anlatacaktı. Oğul önce Mümtazı sonra Hikmeti en sonun da kendini yani Erdemi bilecekti. Koca bir maşallahla büyüyecekti Meleğin kollarında. Gözlerin içindeki sihirli gücü yorulmadan öğrenecekti. Hayatı boyunca Erdem’in en kıymetli hazinesinin adı olup çıkacaktı Hikmet.
Kaçağın durmaksızın izlediği yol belliydi. Hayatı boyunca tüm karşısına çıkan cilvelerden uzaklara gitmek. Kıyısından seyrelemek yaşam denilen denizi. Bir türlü içine girip yüzmeye niyet etmemek. Niye tüm öykülerin ana kahramanları başarmaya yazgılı olsun ki. Hadi ordan diyenlerden biriydi Hikmet. kendince kurguladığı bir oyunun içinde ancak bir soluktu. Gerçekti yani, Hiç kimse onun sahiciliğinden şüphe duymayı aklına bile getirmemişti. En sahici karakterlerden biri olarak sürüyordu yirmi kusur yüzyılların bahçelerinde. işte hepsi bu, aslı bu. Hatta kurcalanacak hiç bir yanı bile yok. Kaçak yaşamın masum yüzü, gülüyor kendi aynasından kendine ve her bir kimseye. Daha önce de söylemiştik, zararsız ancak zararsız olması iyimidir kötümüdür?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder