Sabahları beraber kahvaltı yaptık annemle.
Özlemişim onun çayının dumanını. Bazı günlerde simit aldım kahvaltı için. İlk
zamanlar hiç konuşmuyordu. Kahvaltıdan sonra bulaşıkları yıkayıp kahve
yapıyordu. Karşılıklı susarak içiyorduk. Bir zaman böyle devam ettik. Bir gün
benim için her hangi bir gün olan bir günde, “nasılsın oğlum”, dedi, bana.
Yılların özlemiyle doluydu bakışları. Hep yalnızım, anne, diyebilmeyi isterdim
ama iyiyim, dedim. Sen nasılsın?
-seni çok
özlediğimi anladı, usulca her zamanki gibi ama bu sefer sonsuza dek ayrıldı
aramızdan. Sana kavuştuğum için, iyiyim oğlum, tıpkı doğduğun gün gibi ve yine
yarım yok yani hep buruk.
-iyi bir yanın
da var bir köşende. Yapayalnız değilsin anne.
-biliyorum
oğlum, bilmezmiyim hiç, Hikmetin işleridir bunlar hep
Doğuştan yorgun bir adamdı babam,
biliyorum seni, kendimden biliyorum. İlk soluğumdan beri acıyordu boğazım.
Anamın ve benim başbaşalığımızdan beri bilmekteyim bunu. Acı bir doğumdu
benimkisi en az anamın çığlığı kadar ve sonra senin Hikmet efendi kendi
kulaklarında yankılanan boşluğun kadar acı bir tat, dünya ve benim yani soluğum
arasındaki ilişki. Sonra dün, ölümün ve mezarının yankısı…doğduğum an kadar
tanıdıktı hepsi inan. Buna şüphen olmayacaktır lakin inan diyorum lütfen inan.
Bil ki yoksun artık sen, öldün artık inan…ben yeni bir nefestim senin
sıcağından doğan ve seni bilmekti işim zaten. Sen öldüğün gün doğacaktın benim
için. Bir oğul mirasın ve şanına yaraşır bir kaçak öyküsü yazmaya yazgılı bir
adam...
Soğuk bir gecede
doğmuştu Erdem. Buz dökülüyordu sanki gökyüzünden. Çok küçük doğmuştu.
Çocukcukluğu boyunca zayıftı ve hiç bitmeyen hastalıkları arasında Melek’in
sıcak soluğu sarmıştı onu. Babası karanlık bir perdenin ardında, görünmez zaten
Erdem de merak etmiyordu onu. Gürültücü bir çocuk olmamıştı hiçbir zaman
sakince kağıt ve kalemlerle oynar dururdu. Karanlığın içinde kalanın
resimlerini çizerdi durmadan. Çizdiği tüm resimlerin en sonunda kara kalemiyle
tüm kağıda bir perde çekerdi. Hafif çizilmiş gri perdenin ardında kalırdı tüm
ayrıntılar. Sonra küçük şiirler yazmaya başladı, büyüdü, büyürken hep şiirler
yazardı. Karanlığın hikayelerini yazdı ilk gençliğinde, daha sonra hepsini
bıraktı. Evini ve annesini terk etti. Hiçbir şeyi görmedi gözü. Hastalıklı bir
aşkla Canan'a bağlandı. Bir tek Erdem, evdeki karanlığa inat bir yaşam kurmuştu
kendine. Ya şimdi o karanlığın ölümünden sonra ne yapacağını bilemiyordu. Onun
için aslında karanlık ölmüştü. Çiğ bir aydınlanma yaşanacaktı artık. Ne
yapacaktı bu durumda hiçbir fikri yoktu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder