Dünya içre dünyalar arasında
aşılmaz sınırlar dikilir, yüzyıllar boyunca yıkılmayacak olan. Bakışların
kınayıcı yakıcılığı ezer içreleri. Gözleri kendi aynalarına takılır ve büyürler
uykuda. Rüyalarında boşluktan düşermiş gibi çırpınırlar, tutunurlar daha fazla
toprağa. Yataklarına yapışırlar, koltuklarına kurulurlar sonra mabetlerinin
koruyucu kanatlarına teslim olurlar sakince. O taştan, ağaçtan evlerinin içinde
ayrı ayrı dünyalar kurarlar kendilerine. Her bir odada ayrı bir gökyüzü
serilidir neredeyse. Akıllarının kıvrımlarında durmadan dolanan düşleri,
düşündükleri işleri, günlerine ve geleceklerine dair hesapları, bitmek tükenmek
bilmez kitapları okunur, yazılır. Büyümek demek okumak demekti, duvarların
içinde doğan çocuklar için. Onlar okumak için yürürdü, önce ağlar, güler,
yürür, konuşur, koşar ve nihayetinde büyürlerdi. Gözlerinin görmediklerini,
dokunamadıklarını düşüncelerinin resmiyle canlandırırlardı. Okudukça çoğalırdı
dünyaları. Anlardı kuşun kanadındaki rüzgarı, bulutların serin yükünü ve
yaşamın ısıtan, aydınlatan ışığını. Bir çocuk doğduğunda yeni bir odun daha
atılırdı ocağa. Evin içine rayihası koyu kokular dolardı mutfaktan. Dedelerin
ve ninelerin kucaklarında tutulurdu bebek ki kopmasın yaşamın köklü
sandıklarından. Bir dört duvar, onlarca neslin beşiği, eşiği, geçmişi, geleceği
ve geleneği demekti. Sabahların karşılanışı, gün boyu süren telaşı, akşamların
doyumsuz söyleyişleri hepsi değişmez bir lezzetin damakta eriyen ve sonsuza
kadar kalacak olan tadıydı. Saçlarında dolaşan eller gizemli yaşamların,
hayallerin ninnilerini fısıldardı kulaklarına. İnce, narin elleriyle kızlar
kalplerinin nazarlarını işlerdi kasnakların arasındaki beyaz kumaşlara.
Ninelerin incelikleri genç kızların renkli ipek iplikleriyle canlanıyordu yine.
Taşın üstüne taş konmalıydı.
Dedenin kurduğu ocağa bir duman daha üflenmeliydi. Duvarlar yükselir, yaşam
incelirdi. Sayısız günler açardı gözlerinin neminde. En temiz gömlekleri
giyerdi oğlanlar, babalar. Mükemmel çizgiler atılırdı buğulu camların çocuk
elleriyle. Bir oğul bin nesildi. Kırılgan sesiyle uğurlanırdı eğiten ellere,
dillere, geleceğe. O daha iyi olmalıydı, daha büyük, daha güzel hatta onun için
her bir şey mükemmel olmalıydı. Aslında durmadan ve durmadan yükseliyordu
duvarlar. Yalnızlaşıyordu insan. Saklanıyordu duvarların arkasına ve sonra
içine içine sokuluyordu kendinin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder