Rical-i gayb’dan (KAYIP TAİFESİNDEN) KRALIN FİRARI-1
Kapılar
kırılır. Zamanın sırları dökülür bir bir. İnsanlığın hafızasında saklı kalan
odalardan temiz denizler dolar sokaklara. Denizler kurur, yollar deniz olur,
içine düştüğün derya anlamını yitirir an be an. Kışın yaza gebeliğinin
kurgusudur bu. Bilinmez diyarlarla kayıp diyarlar arasındaki geçişin anlığından
izler kalıyor düşlere.
Karanlık diyor adamları. Işık neredeydi bilmiyor kral. Hep birlikte susuyorlar
sonra. Beklemeye başlıyorlar. Anlığın birden boşalıp yıldızı parlatacağı
çınlamayı bekliyorlar. Başlamanın ardından genişliyor iklimlerin sakin örtüsü.
Kaplanıyor ufuk. Adamlar unutuyor karanlığı. Boşluk ve anlamsızlık vuruyor can
duvarlarına. Sıkılıyorlar. Unutmuyor kral beklemeyi.
Küçük kara toprakların üzerinde tepinen adamların soluklarının nemi kurumadan
ve ardından hızlı atların sırtında hiç durmadan günlerce oradan oraya
gidenlerin topukları yere değmeden çok ama çok önce uzak diyarların suyunu
taşıyan bulutlar yola çıkmıştı bile. Bulutları sürükleyen rüzgarın ıslığı
duyulmadan önce tüm adamların alınlarına değdi serinliği. Issız ve boş
sürgünlerin bittiğinin habercisiydi bu. Tanıdık bir yeni dönemin ilk kokusu.
Tüm bu adamlar döngüyü bilirdi zaten. Her bitişin ardından nasıl bir başlangıç
geleceğini ve onun içlerine işlemiş olan bütün anlarının yeniden gelişini,
yenilenişini yaşarlardı koyunlarında.
Karanlık, ne mevsimin taşıdığı rüzgarlara ne de atlıların keskin oklarının
ıslığına bağlıydı. Bütün belaların geldikleri gibi savrulup gidecekleri bir yer
vardı. Bu varlığını hissettirmeden ağır ağır çöken bir yüktü, kralın yüreğinde.
Yıldızın parlaklığını söndüren bir karanlık. Sonra ayın, güneşin ve insanın
gözünün nurunu saran bir karanlık.
Şafağı sökmeyen bir akşamdı. Umutların üzerine kalın ve kara örtüler çekilmiş,
gölgeler dolaşıyor sokaklarda. Gölgelerin evlerinde kandiller hiç sönmüyor.
Onlar evlerindeyken kayboluyorlar. Yapayalnız kalıyor kral. Sırtında
adamlarının gözleri ve halkının sürgün yaraları. Sade kralın üzerine
çökmüş karanlık. Kadınları, sevdikleri, çocukları gölgeleşiyor. Onlarda kendi
dünyalarında kayboluyorlar. İhtişamlı sarayının altından, gümüşten eşyaları,
bin bir çeşit değerli taştan yapılmış ziynetleri ve giydiği saf ipek tüm abaları
sisin kaybeden karanlığında kalıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder