25 Ağustos 2015 Salı

Kralın Firarı-3

Yılgın bir adam her bir çağda kendine giden yolun izini sürmeyi bilir. Aslının sorgusu açar kapalı yolların kapılarını. Avcı birden avlar kendini. Sanki yüzyıllar süren bir izin ucunu yakalamış gibi teslim olur avına. Dalgaların coşkun kabarışı patlamıştır dik kayalarına. Durulmaz zaten bu noktada. Kendine karşı dikilmez adamın duvarı. O sadece artık dışarının, içinin ötesindekilerin varlığını siler dimağından. Kendini bulmuş olanın ötekiyle de işi kalmamış demektir. Dönmek eninde sonunda kendine varmak üzere çıkılan bir yol.
   Üşümüş, küçük bir köpeğin sığınması gibi kıvrılmış aklının süzgeçlerine. Bir karanlık hikâyenin suskun adımları atılıyordu tek tük, bitmeden ve hiç dönmeden ateşin kalbine doğru soyunuyordu kral.

     Atların terli soluklarına karışmıştı, adamların deli güçleri. At kokuyorlardı. Yıkımın, öldürmenin sarhoş eden delici coşkusu kabarıyordu içlerinde. Orman saklıyordu sakin sürülerini. İçinde akan hayatın kutsal soluklarının izlerini saçmadı. Onlar kurban değildi. Göklerin dirimini taşıyorlardı. Avcıların gözleri ormanın gizleri üzerinde dolanıyor. Değdikleri her bir yaprağı yakıp geçiyordu sanki bakışları. Toprağın üstündeki ve dalların arsındaki en ufak bir iz dahi sürünüyordu gözlerinin nemine. Orman içine kapandıkça onlar sürek avlarının çemberini çiziyorlardı. Ormanın iki ayrı ucundan iki ayrı sürünün gölgesi belirip kayboldu aniden. Süreğin gözcüleri iki ayrı yöne sürdüler atlarını. Sıkılmışlardı artık. Bir an önce kurulmalıydı pusu. Yoksa kendi kendilerini boğazlayacaklardı. İki ayrı yöne giden iki ayrı gözcü grubu geri dönüp buluştular avcıların ortasında. Atlarının kafaları birbirine sokuldu. Fısıldadı gözcüler. Hangisi aradıkları sürüydü. Kuzey çayırlara doğru dağılan gölge bulutunun kırdığı dallar vahşi hayvanların izlerini taşıyordu. Peki ya öbürü neydi? Hemen o vahşi gölgenin daha yakınında ağır aksak, sürüklenmiş izlenimi veren işaretler bırakan diğer bulut neydi? Bu bildik bir sürü değil dediler. Ormanın tuzağı olabilir miydi? Belki de geri dönmeliydiler. Buna hiç biri taraftar olmadı. Kralın başında olduğu bir av, bırakılamazdı. Kuzey çayırlara doğru çizdiler çemberlerinin yayını. Hiçbir tehlikeyi göz ardına bırakmadan kuruldular pusuya. 

21 Ağustos 2015 Cuma

Kralın Firarı-2

Büyüdükçe yalnızlığın sureti vururmuş kudretin aynasına. Kral olmak demek en fazla kendinden  geçiş demekmiş. İçinden bir soluk ay göçer. Perdeleri yırtarcasına parçalanır, kopar, ay da kararır. Görünmez olur önünde açılan yollar, kaybolur krallar. Bir düş çizilir gölgelerin arasına. Karanlık boğar adamları, yapayalnız bir kral altın kadehinden içer şarabını.
Gözleri ancak ayyaş bir gecenin derininde kapanır kendine. Bir çocuk bulur. Şaşkın ve düşkün. Bir sonra zamanında aramaya başlar aslını. Elinde sade bir suret, kanlı elleriyle bir çocuk başını okşamakta. Büyüdükçe sıfatları da büyüdü kralın, kalın maskelerin altında unuttu yüzünü. Özledi kendini. Yandı kral. Krallığının bedeli olarak sızlayan her yaranın ateşiyle kavruldu.
Atlarını koştular ormana doğru. Sefer zamanı gelecekti yakında. Mevsim savaşa dönüyordu yeniden. Hazırlanmak lazımdı. Hazar zamanının mahmurluğunu atmaları gerekti. Yüzyılların takviminden bir iklimin rüzgârı esiyordu. Herkes bilirdi bu zamanları. Şimdi av zamanıydı. En güzide savaşçılardı avcılar. Ölüm soluyorlardı. Burunlarında kan kokusu ve acının kara lekesi vardı. Önce ormanın seslerini duyacaktı kulakları. Keskinleşecekti gözleri, okların tiz çığlığı kopana dek takip devam edecekti. Sabırları büyüyecekti zafere dek. Sonunda şölen ateşleri yakacaktı kaderlerinin diri tanelerini. Bir düş daha onlar için kurulacaktı, avların acı haykırışlarının yankısına. Bu zengin bir yaşamın zehirli çığlığı olsa da çocuklarının ve karılarının bundan haberi olmayacaktı nasılsa. Rahatça öldürmenin tek yolu buydu belki de ya da ölmemek için öldürmenin bir yolu. Avcılar bunları düşünmezdi zaten. Düşünmeyi bile bilmezdi aslında, öldürmekten başka. Düşünmek korkak düşkünlerin işiydi. Kralın adamları için tek gerçek avın ve savaşın delici yıkımıydı.

14 Ağustos 2015 Cuma

KAYIP ZAMANLARIN NOTLARI Oğul erdeme mirastır…..

Rical-i gayb’dan (KAYIP TAİFESİNDEN)  KRALIN FİRARI-1
  Kapılar kırılır. Zamanın sırları dökülür bir bir. İnsanlığın hafızasında saklı kalan odalardan temiz denizler dolar sokaklara. Denizler kurur, yollar deniz olur, içine düştüğün derya anlamını yitirir an be an. Kışın yaza gebeliğinin kurgusudur bu. Bilinmez diyarlarla kayıp diyarlar arasındaki geçişin anlığından izler kalıyor düşlere.
   Karanlık diyor adamları. Işık neredeydi bilmiyor kral. Hep birlikte susuyorlar sonra. Beklemeye başlıyorlar. Anlığın birden boşalıp yıldızı parlatacağı çınlamayı bekliyorlar. Başlamanın ardından genişliyor iklimlerin sakin örtüsü. Kaplanıyor ufuk. Adamlar unutuyor karanlığı. Boşluk ve anlamsızlık vuruyor can duvarlarına. Sıkılıyorlar. Unutmuyor kral beklemeyi.
   Küçük kara toprakların üzerinde tepinen adamların soluklarının nemi kurumadan ve ardından hızlı atların sırtında hiç durmadan günlerce oradan oraya gidenlerin topukları yere değmeden çok ama çok önce uzak diyarların suyunu taşıyan bulutlar yola çıkmıştı bile. Bulutları sürükleyen rüzgarın ıslığı duyulmadan önce tüm adamların alınlarına değdi serinliği. Issız ve boş sürgünlerin bittiğinin habercisiydi bu. Tanıdık bir yeni dönemin ilk kokusu. Tüm bu adamlar döngüyü bilirdi zaten. Her bitişin ardından nasıl bir başlangıç geleceğini ve onun içlerine işlemiş olan bütün anlarının yeniden gelişini, yenilenişini yaşarlardı koyunlarında.
   Karanlık, ne mevsimin taşıdığı rüzgarlara ne de atlıların keskin oklarının ıslığına bağlıydı. Bütün belaların geldikleri gibi savrulup gidecekleri bir yer vardı. Bu varlığını hissettirmeden ağır ağır çöken bir yüktü, kralın yüreğinde. Yıldızın parlaklığını söndüren bir karanlık. Sonra ayın, güneşin ve insanın gözünün nurunu saran bir karanlık.
    Şafağı sökmeyen bir akşamdı. Umutların üzerine kalın ve kara örtüler çekilmiş, gölgeler dolaşıyor sokaklarda. Gölgelerin evlerinde kandiller hiç sönmüyor. Onlar evlerindeyken kayboluyorlar. Yapayalnız kalıyor kral. Sırtında adamlarının gözleri ve halkının sürgün  yaraları. Sade kralın üzerine çökmüş karanlık. Kadınları, sevdikleri, çocukları gölgeleşiyor. Onlarda kendi dünyalarında kayboluyorlar. İhtişamlı sarayının altından, gümüşten eşyaları, bin bir çeşit değerli taştan yapılmış ziynetleri ve giydiği saf ipek tüm abaları sisin kaybeden karanlığında kalıyor.

6 Ağustos 2015 Perşembe

Erdemin Mektubu

Sevgili önce Mümtaz sonra Hikmet olan kısaca Meleğin vazgeçilmezi olan sevgili babam, seni aramakla geçti tüm ömrüm. Yokluğundan doğdum sayıyıyorum kendimi. Senin ölümünle tekrar buluştum Meleğimle, annemle. Seni tanımaya yıllar sonra yeniden başladım. Hayatımın orta yerindesin artık. Sen yokken var olmayı başarabilen adam, sevgili babamseni anlamak zorunda olduğumu hissediyorum. Var oluşumun bütünlüğüne kavuşabilmem için doğumumla yok olan bir babanın, ölümüyle var oluşunu anlamlandıran oğlu olarak önce bir “yok”’u anlamak zorındayım. Senin hikayen bu yüzden yazılmaktadır, hikmet efendi, öncelikle bunu bilesin. Yoksa senin kendine özgü savruk karakterinlehiç bir alakası yoktur. Şahsiliğin insanoğlunun ana rahminde döllenmesiyle başladığını düşünecek olursak,benim Erdem olarak sondan başa doğru önce Hikmet’i sonra Mümtaz’ı anlamaya çalışmam doğal görülmelidir. Seninle barışmam gerektiğine inanıyorum. Bunun seninle bir ilgisi olamadığını adımgibi biliyorum. Derdim kendimle. Sakinleşmem gerek artık. Sevdiğim iki kadın, biri Melek biri Canan, beni beklemekte. Benim bu kadar güçlü bir mecburiyet karşısında herhangi bir seçeneğim olmadığı için mecburen seni anlamak işiyle uğraşmak zorundayım, Hikmet Efendi. Bu sana ilk ve son mektubun sebebi ve seni anlamaya çalışan hikayenin oluşum gerekçesi budur işte, sevgili mümtaz, hikmetli babam. Meleğimle, Cananımın sinesinden kopan bir hikayenin başlangiç ve sonuyuz. 
  İçimde biriken kayıp zamanların tortularından sıyrılıp sevgiyle selamlaşmak için sevgili babam kaçtığın yerlerde bıraktığın izleri toplayıp bir güzel kaçak cennetinle yüzleşiyorum. Seni ve kendimi anlamak için derlediğim notlardan nasıl bir dünya çıkacağını bilmeden yazılmıştır bu kendine kaçan adamın hikayesi. Sevgili babam Hikmet efendinin bana bıraktığı bir miras olarak not düşülmüştür, tarihin kayıtsız sayfalarına. Sevgiyle selamlaşmak ümidiyle, hoş olunuz, emi! 


Ay Masalları

  Ay Masalları,   I.Zaman: Yeni Ay   Kuzgun,   Asırlardır sallanan bir koltukta, küçük kara bir kuş düşü tutuluyordu. Birike bir...