24 Haziran 2015 Çarşamba

Ezbersiz Buluşmalardan

Erdem her daim aklın yolundan yol almış bir adam olmuştu. Kendini bilmişti hep. Evden ayrıldığında hukuk fakültesini kazanmıştı aslında. Büyük bir heyecanla eve koşup annesine sarılıp ağlamıştı o gün hatta. Melek’de ağlamıştı her zaman ki gibi. Oğlunun kendinden kopuşuna mı ağlıyordu yoksa yıllardır bir köşede kendini bekleyen Hikmeti’ne mi, o belli değildi işte. Erdem olduğu gibi kabullenmişti içine doğup büyüdüğü iklimi. Bu yüzden hiç bir zaman asiliği görülmemiştir kendisinin. O ulaşılmaz baba duvarlarının arkasına niye saklanmıştı, hiç sormadı hiç bir kimseye. Merakı yokluğun saltanatındaydı, yoktu yani karşılığı. O da Efendi efendi kabullendi var oluşunun eksik yanlarını. O yüzden hiç bir his besleyemedi babasına. Sanki Hikmet efendi öldükten sonra tanımaya başlamıştı onu. Bir doğumla ölen baba bir ölümle doğmuştu evladı için. Güç işti bu biliyordu Erdem ama anlamaya çalışacaktı artık. Bir oğulun ancak babasının yokluğunda var olabileceğini. Yeni ve kendine özgü bir kişiye dönüşebileceğini. Yıllardır gördüğü babasının kopyası oğullar ve anasının benzeri kızlarla bozulmayan ezberlerin nasılda nesilden nesile aktarıldığını ve bitip tükenmek bilmeyen acıların bayramların vazgeçilmez konularına dönüştüğünü, her birinin  güya kendi acısının sönmeyen alazıyla dolaştığını, yandığını, yaktığını görünce saygı duymaya başlayacaktı Hikmet efendiye. Geçmişinden ve göçünden hiç bir iz bırakmamıştı evladına. Sıfırdan başlamış bir hayat armağan etmişti oğluna. Kendi yok oluşunun eziyetini değil bir var oluşun sefilliğini bırakmıştı aslında. Bundan şikayet edebilecek bir kimse de olamazdı zaten. Kendi olabilen, derdi kendini bulmak, bilmek olan insanoğulu hakikatın erdemine ulaşmış olmaz mıydı zaten. İşte tamda şimdi Erdem bu durumu keşfetmenin kıvancıyla genişlemişti. Tüm dünyayı gelmişiyle geçmişiyle kucaklayıp yüreğinde eritme zamanındaydı. Dudağına nerden hatırladığını bilmediği bir ıslık gelip yerlemişti. Yüzünde huzurlu bir tebessümle işinin başında, insanların türlü sorunlarının savunmasını yapmaktı işi, gündüzün çıplak aydınlığından gecenin savruk rüzgarlarının ay ışığına doğru çalkalanıp gidiyordu. Yol uzuyordu önünde, çekiyordu kendine kendine. Erdemin zamanında yaşıyordu şimdi Hikmet efendi, ölmemişti daha.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ay Masalları

  Ay Masalları,   I.Zaman: Yeni Ay   Kuzgun,   Asırlardır sallanan bir koltukta, küçük kara bir kuş düşü tutuluyordu. Birike bir...