Kayıp bir yüzyılın adımlarını takip etmek ne menem bir iştir. Kelimelerin anlamı ağır ağır bilinmeyen diyarlara doğru yol almış. Ağzımızda belirsiz, sis arkasındaki görüntüleriyle kalmış kelimeler. Anlamsızlığa sürülmüş insanlık. Sadece hayvani güdülerini doyurmasından başka ne beklenebilir ki ondan. Arz’ın sözleri tekerleme olarak dolaşıyor dillerde. Hakikat uyuşmuş beyinlerdeki bir nağmeden öte bir şey değil. Hepsi adına karar verenler ellerindeki iplerle kuklalarını istedikleri gibi oynatıyorlar. Acıyı hissedecek hiç bir can kalmamış.Ölüm gündelik oyunlarında ki bir mağlubiyet kadar acıtıyor ancak içlerini. İnce bir sızı ötesi yok. Hakikat şarkısının nakaratından bir,iki kelam ve yok olmuşsun.
Anlamın merkezi ardı sıra dizilmiş olaylar silsilesinin ortasına kurulmuş. Şipşak çekilmiş fotoğraf karelerinin tasvirinden ibaret hayatlar kavramları da yalnızca bu karelerdeki resimlerin aracılığıyla belleğine yerleştirmiş. Resimlere verilen isimler son nesil insanının sözlüğünü oluşturmuş. Böylesine bir yap-boz oyununun bir ürünü olan insanlardan hangi yüce davaların sorgucu olmasını isteyebilirsiniz ki. Olsa olsa doğmuş, yürümüş, ergenleşmiş, yaşlanmış ve ölmüş bir kişi olabilirler. Mutluluk, keder, hüzün, sevinç, kıvanç kelimelerdeki seslerin vurgusu izinde bir fotoğraf karesi yaşanmışlıktan öte bir şey değil.
Bir ömre kaç acı-tatlı olay sığar bilinebilir mi? Ortalama bir seksen yıl nasıl geçer? Politik ve siyasal değişimlerin dışında bir seksen yılda insan ne yaşar? Peki, Mümtaz ne yaşayabilir? Siz neler yaşadınız? Heyecanlarınız, kalbinizin pır pır çırpınışları, suskunluklarınız, acılarınız, mutluluklarınız, her çeşidinden ufak tefek yahut büyük, duygularınızın dalgalanışı hepsine birden kısaca ‘hayat’ denilebilir mi? Bir doğum, doğum günü, tüm ilkler, kazanılan sınavlar, düğünler, bayramlar, şenlikler mutluluk adına bir ömürde yaşanabileceklerin hepsini bir çeyrek asırda yaşamıştı Mümtaz. Bunların yanı sıra acılara dair deneyimleri de olmuştu. Babasının ani ölümü, onun ardından annesinin uzun süren hastalığı, kardeşlerinden birinin evden kaçışı, bir trafik kazası, hastanelerin soğuk odaları ve koridorlarda dinmek bilmeyen inlemeler arasında geçmeyen zaman. Mümtaz’ın ömrünün çeyrek asrını dolduran bu olaylar ve etkileri silsilesinin yanı sıra askıda duran zamanlarda o,kendini dinlerdi. Hayatının fotoğraf kareleri dışındaki zamanları durgun bir denizdeki küçük kayık misali sakin ve sonsuz gözükürdü ona her şey. Koca bir okyanusta küçük bir kayıktı, Mümtaz. Sular durulur, o mırıl mırıl şarkılar söyler, ağzının kenarında bir kibrit çöpü, adımları telaşsız çarşıyı turlardı. Sular bazen ağır ağır bazen de aniden kabarır, kopan fırtınada hangi yöne savrulacağı belirsiz, sırf bu durumun geçiciliğini bildiğinden kendini esen rüzgâra teslim eder ve rüzgâr nereye eserse oraya savrulurdu. Rüzgar bir hafifler bir şiddetlenir ama eninde sonunda fırtına ya aniden yâda ağır ağır geçip giderdi. Tekrar durgun sular ve askıdaki zaman haliyle buluşurdu Mümtaz. Mevsimler aynı ritimle geçip giderken ömründen Mümtaz seyr-i âlemini sürdürür. Bir gün, o gün ki onun hayatının ritmini değiştiren gün, o nazlı dilberin ürkek adımlarını göremediği gün, mehtabın akşamı yaraladığı zamanda evine doğru yol alırken karşısında nazlı dilberi omuzlarını içine çekmiş telaşlı ve ürkek sağa sola bakmadan yanından hızla geçeceği sırada gözlerinin birbirine değmesi ve bir ateş iki kişinin yüreğinde tutuşan, sözsüz, sessiz bir selam adımlar kilitlenmiş hemen ardından kız tökezlemiş, Mümtaz yakalamış kolundan nazlı dilberi, ilk buluşma, ateşin çakıldığı ilk an olmuş ve bu saatten sonra hiç bir şey eskisi gibi değilmiş artık. Hem Mümtaz için hem de onun nazlı dilberi için.
Kız titrek sesiyle teşekkür ettikten hemen sonra yoluna devam eder ve Mümtaz arkasından bakakalır. Kaldırımlarda kızın ayak sesleri Mümtaz’ın sinesindeki yarayı dağlar. Mümtaz kendisine söz geçiremez olur. Kızın ardından koşarak ona yetişir. Kolundan yakalar kızı ve ‘gidelim’ der. ‘Yüreğime bir kor düştü gözlerinden. Yangın başlıyor. Beni böyle bir başıma bırakma yangınlar içinde. İllaki yanacaksak bu saatten sonra nazlım! Dilberim! Beraber yanalım. Sen böyle salına salına karanlığa bilinmezliğe doğru tek başına gitme dilberim. Bir yerlere gidilecekse beraber gidelim nazlım.’
Mümtaz’ın kara gözlerinin karasının içine çoktan çekilmiş olan nazlı dilberin ‘gidelim’ demekten başka şansı yoktu. Bu saatten sonra kara gözlü Mümtaz ile kara saçlı, akça pakça Melek beraberce bahtlarının şarkısını yazacaklar ve yaşayacaklardı. Sorgusuz, sualsiz ve birbirlerinin adlarını bile bilmeden sadece gözlerindeki ışıkların çakmasıyla tutuşan ateşle yollarını aydınlatacaklarını biliyorlardı.
İnsan yaşayabilmek için evvela zayıf, cılız bir ışık dahi olsa umut sahibi olmalıdır. Ufak bir ışık geleceğe dair, karanlık ve bilinmez olana doğru yürüyüşü kolaylaştıran en önemli sebep oluverir.
İnsan yaşayabilmek için evvela zayıf, cılız bir ışık dahi olsa umut sahibi olmalıdır. Ufak bir ışık geleceğe dair, karanlık ve bilinmez olana doğru yürüyüşü kolaylaştıran en önemli sebep oluverir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder