Kaçak kimdi? Ne iş yapardı? Kaçağın kaçak olmadığı zamanlardaki adı neydi? Cinsiyeti neydi? Güzel miydi çirkin miydi? Hangi yemeği severdi? Çayını kaç şekerli içerdi? Sorumluluklarının sınırı neydi? Kaç kişiyi taşıyordu sırtında? Bunların hepsinin bilinmesi gerekli midir değil midir?
Bir kurgunun içinde devam ediyorsa hayat veya roman, tabiliğini, özgünlüğünü kaybetmiş demektir. Sabahları aynı saatte uyanan, çalar saatleri aynı anda çalan tüm insanlar,her ne iş yapıyorlarsa yapsınlar birer kaçak adayıdırlar.
Devasa makinenin çarkları olabildiğince mükemmel bir şekilde işlemektedir.
Henüz bir kaçak yok!
Tüm saatler altı ile sekiz arasına kurulu.
Tüm altıda uyananlar: A---Tüm yedide uyananlar: Ç---Tüm sekizde uyanalar: K
6,7,8: A-Ç-K 8,7,6: K-Ç-A 8,6,7: K-A-Ç
İnsanın insan olma özelliklerinin tümünü yok eden makine tüm kaçak ihtimalleri düşünülerek üretilmiş olmalı. Lakin makinenin işlemesini sağlayan çarkları, vidaları illaki bir yanıyla sakar olan insandır. Her bir insanın farklı zaafları kaçış yollarının hiç kapatılamayan yarıklarıdır. Her kim ki içinde bir vesvese, bir tasa ya da bir sevgi bir vicdan kırıntısı taşıyor ise o kişi bir kaçaktır. Kişioğlunun en hasıydı Barbar. Yaşanılan asrın maskesiz tek insanı. Şehrin en debdebeli, cıvıltılı ışıkları altında sadece insan. Kaldırımlarda ki köpekler, kediler ne ise Barbar da oydu. Çırılçıplak, devasa kurgu makinesinin içinde yaşamak zorundaydı Barbar. Dedelerinden öğrendiği en iyi savunma sanatı susmaktı. İçinde bulunduğun koşullara yabancıysan, zamana yabancıysan, dost ve düşman kimdir bilmiyorsan yapılabilecek en iyi eylem buydu. Susmak demek onlar tarafından fark edilmeden yaşamını sürdürebilmek demekti Barbar için. Onun suskunluğu pasif bir eylem olmanın dışında, aslında medeni insanlar arasında saklanabilmek için gösterdiği bir çabaydı. Ormanlarından ve kendi zamanından kovulmuştu o.Tek başına çağlar ötesine sürülmüş bir mülteci. Burnunda taze çayırların kokusu, gözlerinin buğusunda vahşi sürülerin izleri bir hastane koridorunda taşları paspaslıyordu. Sabah sekizden akşam altıya kadar. Evine gidiyordu sonra, adı karı olan bir kadın yemek veriyordu ona. İçinde renkli görüntülerin olduğu bir kutu hiç durmadan masallar anlatıyordu.Başka bir ses yoktu betondan yapılmış mezarlara benzeyen evinde. En sert rüzgarların ardındaki ayaz gecelerden bile soğuktu bu ev. Milyonlarca sarı ve beyaz ışıkların içinde yandığı bu mezar-evler tüm sefaleti ve ihtişamıyla medenilerin biricik yuvalarıydı. Uğruna tüm ilkelliklerini terk ettikleri savunmasız sözde saraylarıydı. İnsaniyet geleneklerini yer altındaki kara sandıklarında saklıyorlardı. Çıldırmış insanların arasında Barbar suskunluğu ve özlemleriyle şaklabanların şamatalarını izlemekteydi. Mide bulandırıcı pis kokuları, kirli sularla temizlemeye çalışarak bir yaşam (yemek-barınak) şansı bulabilmişti. Geriye ise sadece bu anlamsız yığının seyri kalıyordu.
Anlamsız sadece izlenebilir, başka ne yapılabilir ki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder