30 Ekim 2015 Cuma

Yol Çağrısı

Gün gelir çözülürdü elbet ayaklarının bağı. O ana kadar atılmış düğümler  bir bir sökülürdü. Zincirlerinden kurtulur, kendi kanatlarıyla uçmaya davranırdı illaki birileri. Anasının ninnisinden, dedesinin değneğinden ve tüm bildiklerinin yankısından ötede bir yol tepmeye başlardı, oğullardan en yüreklisi. O yazgının yolu ki, o yüreğin daha anasının rahminde atmaya başlamasıyla açılırdı. Her bir boy atışında uzardı yol. Kendinden büyük yaşları yüklenen bu bir başına buyruk yürürler, yollarının sonunu görmeden göçüp gitmezlerdi ömürlerinden. Yollarının bağı bir çözüldü mü duramazdı çoban. Sürüsünün başında bir dilsiz serinliğe teslim olur, kulaklarında yolun çağrısı uğuldar ve değişen iklimin ayazına düşerdi aklı. Bir hazırlık başlamıştır artık kendi içinde. Varoluşunun sorgusunu yaşamaktadır yolcu. Evveli, ahiri ve gündüzü, gecesi toplanmaktadır artık. Bir çıkına derilecek kadar süzülmektedir ağulardan. Onu pişirecek olan ocağın ateşiyle yangın başlamıştır. Yol çözmüştür dilinin bağını. Yolcuyu beklemektedir. 

   Gecenin bir yarısı sıçrayarak uyandı rüyalarından, yatağının kan sıcağından. Yüreğinden çekiliyor gibiydi canı. Etrafına bakındı, herkes ve her şey yerli yerindeydi. Kalktı, dışarı çıktı. Ay dolmuş, gündüze çevirmişti ortalığı, çınarın altına oturdu. Yaprakların arasından gökyüzüne baktı uzun uzun. Yıldızların bir yanıp bir sönen büyüsüyle yıkandı. Nehrin akışı boyunca doldu kendine. Uzadıkça uzuyordu gece. Sabahı beklemiyordu da zaten. Sürüdeki kuzuların ara sıra  duyulan seslerinden başka hiçbir canlılık yoktu ortalıkta. Ölü bir dünya diye geçirdi içinden. Hep aynı gündüzleri yaşıyordu ardından gelen hep aynı ölü geceleri. Sıkıntısını bildiydi ailesi de bu yüzden ilişmiyordu bir zamandır ona. Bilirdi zaten göçün insanları, yol çektimiydi bir canı önünde hiçbir bend duramazdı. Sürüden bir soluk ayrılırdı, üşürlerdi onsuz lakin onun yazgısı yolun kıyısında derildiyse, elden ne gelir. İçlerine gömerlerdi yangınlarını. Hepsi bilirdi bunun nasıl bir kapı olduğunu.  
  Bir kuzu doğduğunda parçasıdır sürünün. Bunun ne sorgusu olur ne de suali. Acılarında, kederlerinde, suskun süzülüşü yağmurun çatlak toprakların üzerinde akışı gibi sürünün aynısıdır. Sevinçlerinde çoşkulu meleyişlerinde de öyle. Biri suyu geçmek için atladığında diğerlerinde can korkusu kalmaz, onlarda atlar. Başlarında ki çobanın da farkı yoktur sürüden. Güdenin ezberi güdülenden ayrı düşemezdi. Yoksa parçalanırdı sürünün içindeki denge. Genç çoban ayrı görmemişti kendini bu zamana kadar koyunlarından, kuzularından sonra köpeklerinden. Onların kendi aralarında coşkulu bir dili vardı. Bunu başka hiç kimse anlayamazdı. Çoban sürüsündeki tüm koyunların, kuzuların huylarıı bilirdi. Onlarda onu bilirlerdi sesinden, soluğundan. Çoban da o sürünün bir parçasıydı. Hem de en önemli parçası. O’da sürüleşen bir hayatın içinde sürürklenen bir dünyaydı. Yolun çağrısı kulağına çalınana dek böyle devam edecekti bu durum. O yüzyılların hasreti değince zamanın yumuşak karnına ayrı bir ağrıya durdu çoban. Kıvrandı durdu aylarca. Gözlerinin ışığı soldu.Bulması gerekti kendini, insanlığını. Çıktı bir gün yürür ve konar ailesinin meclisine.
-          Yol çekti, gitmem gerek; dedi.

Ağlaştı ailesi. Sarıldılar bir yumak gibi. Sürüyü son bir kez daha güttü. Sonra uğurlandı yola. Bir çıkın, bir değnek, bir saz ile sürüsünden ayrışıp kendine yollandı oğul, uğurlar ile. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ay Masalları

  Ay Masalları,   I.Zaman: Yeni Ay   Kuzgun,   Asırlardır sallanan bir koltukta, küçük kara bir kuş düşü tutuluyordu. Birike bir...