Gün gelir çözülürdü elbet
ayaklarının bağı. O ana kadar atılmış düğümler
bir bir sökülürdü. Zincirlerinden kurtulur, kendi kanatlarıyla uçmaya
davranırdı illaki birileri. Anasının ninnisinden, dedesinin değneğinden ve tüm
bildiklerinin yankısından ötede bir yol tepmeye başlardı, oğullardan en
yüreklisi. O yazgının yolu ki, o yüreğin daha anasının rahminde atmaya
başlamasıyla açılırdı. Her bir boy atışında uzardı yol. Kendinden büyük yaşları
yüklenen bu bir başına buyruk yürürler, yollarının sonunu görmeden göçüp
gitmezlerdi ömürlerinden. Yollarının bağı bir çözüldü mü duramazdı çoban.
Sürüsünün başında bir dilsiz serinliğe teslim olur, kulaklarında yolun çağrısı
uğuldar ve değişen iklimin ayazına düşerdi aklı. Bir hazırlık başlamıştır artık
kendi içinde. Varoluşunun sorgusunu yaşamaktadır yolcu. Evveli, ahiri ve
gündüzü, gecesi toplanmaktadır artık. Bir çıkına derilecek kadar süzülmektedir ağulardan.
Onu pişirecek olan ocağın ateşiyle yangın başlamıştır. Yol çözmüştür dilinin
bağını. Yolcuyu beklemektedir.
Gecenin bir yarısı sıçrayarak
uyandı rüyalarından, yatağının kan sıcağından. Yüreğinden çekiliyor gibiydi
canı. Etrafına bakındı, herkes ve her şey yerli yerindeydi. Kalktı, dışarı
çıktı. Ay dolmuş, gündüze çevirmişti ortalığı, çınarın altına oturdu.
Yaprakların arasından gökyüzüne baktı uzun uzun. Yıldızların bir yanıp bir
sönen büyüsüyle yıkandı. Nehrin akışı boyunca doldu kendine. Uzadıkça uzuyordu
gece. Sabahı beklemiyordu da zaten. Sürüdeki kuzuların ara sıra duyulan seslerinden başka hiçbir canlılık
yoktu ortalıkta. Ölü bir dünya diye geçirdi içinden. Hep aynı gündüzleri
yaşıyordu ardından gelen hep aynı ölü geceleri. Sıkıntısını bildiydi ailesi de
bu yüzden ilişmiyordu bir zamandır ona. Bilirdi zaten göçün insanları, yol
çektimiydi bir canı önünde hiçbir bend duramazdı. Sürüden bir soluk ayrılırdı,
üşürlerdi onsuz lakin onun yazgısı yolun kıyısında derildiyse, elden ne gelir.
İçlerine gömerlerdi yangınlarını. Hepsi bilirdi bunun nasıl bir kapı olduğunu.
Bir kuzu doğduğunda parçasıdır
sürünün. Bunun ne sorgusu olur ne de suali. Acılarında, kederlerinde, suskun
süzülüşü yağmurun çatlak toprakların üzerinde akışı gibi sürünün aynısıdır. Sevinçlerinde
çoşkulu meleyişlerinde de öyle. Biri suyu geçmek için atladığında diğerlerinde
can korkusu kalmaz, onlarda atlar. Başlarında ki çobanın da farkı yoktur sürüden.
Güdenin ezberi güdülenden ayrı düşemezdi. Yoksa parçalanırdı sürünün içindeki
denge. Genç çoban ayrı görmemişti kendini bu zamana kadar koyunlarından,
kuzularından sonra köpeklerinden. Onların kendi aralarında coşkulu bir dili
vardı. Bunu başka hiç kimse anlayamazdı. Çoban sürüsündeki tüm koyunların,
kuzuların huylarıı bilirdi. Onlarda onu bilirlerdi sesinden, soluğundan. Çoban
da o sürünün bir parçasıydı. Hem de en önemli parçası. O’da sürüleşen bir
hayatın içinde sürürklenen bir dünyaydı. Yolun çağrısı kulağına çalınana dek
böyle devam edecekti bu durum. O yüzyılların hasreti değince zamanın yumuşak
karnına ayrı bir ağrıya durdu çoban. Kıvrandı durdu aylarca. Gözlerinin ışığı
soldu.Bulması gerekti kendini, insanlığını. Çıktı bir gün yürür ve konar ailesinin
meclisine.
-
Yol çekti, gitmem gerek; dedi.
Ağlaştı ailesi. Sarıldılar bir yumak gibi. Sürüyü son bir kez daha güttü.
Sonra uğurlandı yola. Bir çıkın, bir değnek, bir saz ile sürüsünden ayrışıp
kendine yollandı oğul, uğurlar ile.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder