Ormanın sürüleri
her köşesini bilirdi onun. Her dalın, her çalının çıtırtısı kulaklarının
hafızasında korurdu yerini. Yabancıların varlığını orman sınırlarına girer
girmez anladılar. Derinlere doğru yollandılar. Avcılardı gelenler. Bildikleri
tüm kaçış yollarına sürüklendiler. Bırakmadı peşlerini avcılar. Tüm yollarını
tıkadılar. Nefeslerini kestiler çıkışların. Bir süre tüm sesler durdu. Ormanın
sessizliği kapladı yeniden dünyalarını. Tam rahatladıkları o an işte, birden
bire saldırdı avcılar. Dört bir yanları çevrilmiş, zorladılar sağı solu bir kaçı
kaçmak için ama mümkün değildi artık. Çember giderek daraldı. Boğuldu ormanın
sürüleri. Solukları kesildi. Durdu orman. Çocuklarını kaybeden ana gibi sustu. Av
bitmişti. Sıra avcıların şenliğindeydi.
Çığlıkları dindikten sonra usul usul
yaktılar ateşleri. Zaferin kutlanması, kazanılan ödülün göğsü kabartan tadına
varma zamanıydı şimdi. Sofraları kurdular hemen. Önce kralın sofrası. Şükranın
en büyüğü onaydı zaten. Onun varlığı açıyordu yollarını ve ancak onun ihsanları
sayesinde böylesine savaşabiliyorlardı, avlanabiliyorlardı. Onun kudretinin
gölgesine sığınmışlardı. Adaletin yeryüzündeki eli olan kralın sofrası kuruldu
önce. Hepsinden önce onun karnı doymalıydı.
İklimlerin yüzyıllardır değişmeyen rüzgarının
serinliği yüzünde kralın. Aynı dedeleri gibi kurulmuştu kuruntusunun zirvesine.
Ondan beklenen görüntüye bürünüyordu gözü kaşı. Bırakmıştı kendisini avcıların
deli gözlerinin zaferine.
Kral sade
krallığına aitti. Başka bir rüyası olamazdı zaten. Kuruldu kurulan sofranın
başına, tek, gururlu ve mağrur. Her zamanki gibi. Yapayalnız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder