14 Nisan 2015 Salı

Kaçışın menzilinden ufak kareler....


1-Salıncak
       Düşün bittiği yerde başlayan kaçış durmaksızın devam ediyor. Salıncağın altındaki yağmur gölünde can çekişen uçan karınca; karıncalar yüzmeyi bilir mi? Bilse bile onunki bir can çekişmesiydi. İnsan bunu onun her çırpınışında oluşan halkalardan anlıyor. Ölmek halindesin ama kurtuluş arıyorsun. Hangi amaçla olduğunun önemi yok. Değil mi ki hala canlısın, yürümek istiyorsun, alışkanlıkların var senin, onlara devam etmek istiyorsun ama olmuyor, çünkü ölüm halindesin. Can çekişmedesin. Orada, yağmur gölünün karşısında bir kaçak, durmuş seni seyrediyor. Bir çöp atsa salıncağın altındaki yağmur gölüne, yapışacaksın ona. Kaçak sadece seyrediyor, kendini senin yerine koyuyor ve o da karıncayla birlikte çırpınmaya başlıyor. Halkalar büyüyor, karınca yoruluyor, can çekişmeyi bırakıyor artık. Canıyla çekişmek yerine onu kendi haline bırakıyor. Çıkacaksa çıksın artık der gibi ve ölüm hali sonlanıyor. Salıncağın altındaki yağmur gölünün ortasındaki karınca kıpırtısız yatıyor. Ölüm hali nihayetlendi. Karınca ölü. Kaçak ise gitmiş.
         Adımlar, adamların adımları, sağa sola, her yana adımlar atılmış. Toplayan hiç kimse yok. Oğlan kıza sarılmış ve böylece sevmiş onu. Kaçak zaman ötesinde yaşıyor. Bir an ölçüsünün içinde geçmişini, geleceğini ve şimdisini yaşıyor. Nereye kaçabilir, bilmiyor. Düşleri imkânsızlık duvarlarına çarptığı anda o fırlıyor. Yok oluyor. Hızla çarptığı duvarlardan uzaklaşıyor. Köpekler çimenlerin üzerine uzanmış uyuyorlar gibi, yağmur yağıyor ve kuytuya gidiyorlar. Kaçak kendi düş dünyasının içine gönlünce dalabileceği kuytu arayışında. Tüm algılarını kapatıp kendiyle baş başa kalabileceği limanların izinde dolaşıyor. Kendi denizinin dalgalarıyla boğuşmak istiyor. Mademki yaşayacak. Canı çıkmadı daha, gözünün göreceklerine, kulağının duyacaklarını seçmeye hakkı var o zaman. Üşümeye, çay bardağını avucunun içine alıp başını yaslamaya hakkı var. Mademki canı çıkmadı daha, illaki acı olması gerekiyormuş gibi gerçeklik ve o tüm maddi varlığıyla bu gerçekliği yaşamak zorunda. Düşlerini öldürdüğü zaman ortada kalan maddi varlığının gerçeklik zehrinin acısıyla kıvranırken onun karşısında oturup, çayını içecek olandan bir çöp dahi olsa beklemeyecek. Acı gerçekliğin ağusu onun düşleri ve işte o bu sebeple kaçmak zorunda.
       İnsan içinde bulunmak istemediği karelerden çıkıp gidebilme hakkına sahip olmalıdır.Bu ben değilim. Benim bedenimde, kıyafetlerimle birlikte orada bir yerde duran kişiyi tanımıyorum ben. Onu o an’ın içinden alıp çıkardım. Şimdi başka bir yerde onu seyrediyorum ve onun hakkında hiç bir şey hissetmiyorum. Her gidiş benin bir parçasından vazgeçiştir. Evden her çıkışında, yatağının başucunda bıraktığın uyku elbiselerini geri dönüp tekrar üzerine giydiğinde değişen tüm olanları düşünecek olursan nasıl bir gerçeklikle karşı karşıya olduğunu ancak anlarsın. İşte bu kadar ince misin değil misin mesele böyle başlar. 

   Hiç durmaksızın dönen evrende, dönen dünyada dönüp duranlar, döne döne ve hep döne dünya olurlar, Dünya içinde dönen dünyalar dönmeye devam ederler ve döne döne döne evren olurlar.Dünya içinde dönen evrenler,karanlıkta bir yanıp bir sönen ışıklar gibidirler.Deryanın içindeki yakamozlar gibi..ne vardırlar ne de yokturlar.Bir duyu organın onları algılarken bir diğeri için hiçliktirler.Yakamozları görürsün ama onlara dokunamazsın ,koklayamazsın gibi. Bir kaçağın ele avuca sığmaz varlığı da böyle bir varlıktır. Yakamozun umrundamıdır, onu gören göz! Kaçak kendi dışındaki varlıkları neylesin! Salıncakta sallanan Düş kız. Yağmur yağmış ve düş kızın salıncağının altında ufak bir yağmur gölü varmış. Kime ne...                             

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ay Masalları

  Ay Masalları,   I.Zaman: Yeni Ay   Kuzgun,   Asırlardır sallanan bir koltukta, küçük kara bir kuş düşü tutuluyordu. Birike bir...